Tırtılın Düşü

Bundan bir buçuk yıl önce, 2 mayıs 2015’te mucizevi bir şekilde bir araya gelen dokuz kadın,  hem hayatın hediyesi hem de bir dönüşümün başlangıcıydı hepimiz için. Orada iki Yeliz olduğumuzdan, ikinci adım, yaptığım kitap kurtlarından ötürü ‘tırtıl’ oldu. 3 yıllık şekerden ürünler hayatımda en gurur duyduğum şeydi kitap kurtlarım. Dolayısı ile, tırtıl ismi benim için bir mutluluk ve onur oldu hayatımdaki dokuz kadınla. Bugüne kadar, birçok çalışmanın, workshopun içinde yer aldım. Reiki, aile dizilimi, access bars, feng shui gibi. Bunları uzun uzun anlatmak için buradayım. Ama başlangıcında özet olarak diyebilirim ki, tüm bu çalışmalar ve bireysel deneyimlerim ve de şüphesiz okuduğum kitaplar, yazılar… bana öncesinde çok da derinine inmediğim bir bakış açısı sundu. İç sesime güvenmeyi, ama hepsinden de ötesi onu duyabilmeyi öğrendim. Çok sevdiğim bir kitap olan Ruhların Yolculuğu’nda (Ruh ve Madde Yayınları- Dr. Michael Newton) çok etkilendiğim bir bölüm var. Bu bölümde, Dr. Newton’a hipnoz altındaki denekten, şu bilgi geliyor: “Gözcüler zihne paldır küldür girmezler. Daha çok… yumuşak bir dalıştır. Onlara gayret ve huzur veren fikirler aşılarım… onlar bunu ilham olarak kabul ederler.” Gözcüler, derken bize ifade etmek istediği, bu dünyaya ne için geldiysek, onu yapabilmemizi sağlamak için bize destek olan yüksek ruhlar. İşte, geçtiğimiz ağustos ayında, adeta sıcaktan buharlaşmak üzereyken ve kendi kendime “İş hayatımı dönüştürdüm ama bu değil, bunun ötesinde bir şey olmam ve yapmam gereken. Nedir, nedir?” diye sorarken, o yumuşak dalışı tüylerim diken diken hissettim. Ilık bir his cümle olarak aktı. “Yaz.” “İnsanların sana danıştığı konuları yaz. Konuşurken keyif aldıklarını, bağlantıda hissettiğin anları yaz.” “Yaz” mesajı çocukluğumdan beri gelen, öğretmenlerle, arkadaşlarla, yarışmalarla, tanımadığım insanlarla… aklınıza gelebilecek her yoldan bana ulaşan bir mesajdı. Ama ilk kez, yaz bir öneri gibi değil, ilk yardım çantası gibi zihnime bırakılmıştı. Kendi kendime mızmızlandım,  bir önceki bloğumun ismi olan “Benim Tatlı Hikayem”in ismini bile kaç ayda bulduğumu düşündüm. Şimdi isim bulmak hiç kolay değil dedim. Zihnim, bu değişik deneyimi reddediyordu. Ve yine hissettim. “Tırtılın Düşü” ve sessizlik. Düş… Düşleme sanatı. Dreamer. Tanrılar Okulu. Ve tırtıl. Hem düzlemsel olarak hem de metafor olarak bir araya gelince böyle bir anlam yansıtan o iki kelime. O ana kadar, pek çok ilham aldığıma yaptığım iş nedeniyle de inanmıştım. Ama ilk kez emindim, hissettiğimin benden daha yüksek bir enerjiden geldiğinden. O şaşkınlıkla sezgilerine çok güvendiğim arkadaşım Gülay’ı aradım, bir solukta anlattım. İçimden bir şey beklememi söylüyordu; ama, hislerim çok netti. Ona ne hissediyorsun dedim, biraz bekle dedi. Birkaç ay bekle. İşte ben o ağustos gününden beri bu bloğu zihnimde her gün yazıyorum okuyucu. Nereye gideceğini bilmeden. Bazen, her mantık realitesindeki insan gibi yaşadıklarımın saçmalık olduğu ihtimalini irdeleyerek ama çoğu zaman inanarak. Bahsettiğim konuşmanın üzerinden bir hafta geçmişti, zihnim devreye giriyor ve beni yaşadığım histen alıkoymaya başlıyordu. Kuşadası’ndaki yazlığa gittim. Bahçeyi hatta tüm bahçeleri güve şeklinde kelebekler sarmıştı. İlk ortaya çıkışları bir hafta öncesiydi. Yanımda okumak için, daha öncesinde elimi bile sürmediğim, Mine Söğüt’ün bir kitabını almıştım. İçinde Metüst’ün bir şiiri çıktı. “Tırtılın düşü Kelebek olmak ve güzel ölmektir.” diyen… Bu konular üzerinde düşünüp sonra kendimi işe verdiğim bir gün çalışma odamın camına bir kelebek kondu, geceye kadar benimleydi. Bir başka gün, hiç bu konuyu bilmeyen bir arkadaşım bana karşısına çıkan bir kelebeği gönderdi, önemsemedim. Adeta aynı kelebek birkaç saat sonra Gülay’dan bana geldi. Bir başka gün, yatağımın yanında ölü ama harika bir kelebek vardı. Örnekleri çoğaltabilirim. Bunları, kendine kanıt arayan bir akıl olarak değil, işaretleri takip eden biri olarak yazıyorum. Ve yazarken, bir roman olmadığından yazdığım, çıplak biri olarak yazıyorum. Belki yazdıklarını bir daha okumaktan, başkaları tarafından okunmamasından ama en çok da okunmasından korkacak biri olarak… Ve sen. Benim için değil, kendin için, sadece kendin için. Okuduğun, duyduğun, başkasının deneyimi olan hiçbir şeyi yargılamaman mümkün mü? Okumak, kabul etmek zorunda değilsin ama yargı zihinlerin bataklığıdır. Biliyorum, zor. Ben de hala çabalıyorum. Ama Dört Anlaşma’nın ilk kuralını biliyor musun? (Don Miguel Ruiz) “Yargılama. Zihnindeki o yargıcı sustur.” Şimdi o yargıç azıcık susabilir mi? Ne dersin? Karar senin…

  1. Şehriban Yavaş diyor ki:

    Seninle yüz yüze tanıştığım ilk gün aklımdan geçen; ne muazzam konuşuyor, nasıl da kendini dinletiyor. Bu his büyüleyici bir şey ve tarif edemediğim bir istekle dinleme ihtiyacı hissediyordum. Şimdiyse yazdığın şeyleri okurken duyduğum merak ve yine aynı his. Öyle bir etkin var ki hipnoz gibi. Bu adını bilmediğim her ne ise çok güzel ve sen sırf bunun için daima yaz. Sevgilerimle ??

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.