Bazen ne yaparsan yap olmuyor
Bazen ne yaparsan yap olmayacak, biliyorsun.
Her tohum çatlamıyor
Her fidan köklenmiyor
Sen elinden geleni yapsan da o çiçek o yeri sevmiyor işte.
Elinden geleni yapman umduğun sonucu alacağın anlamına gelmiyor.
Ve bırakman gereken bir an var,
Tuttuğun ellerini kesmeden.
“Bırakmak” kelimesi kalbini yoruyor
Bırakabilsen hafifletecekken.
Zihnin soruyor:
“Nesin sen Küçük Prens’in evreninde bütün gün rakam sayan gezegen sahibi mi?
Oturup sayacak mısın üç koydum üç almadım buralardan diye.”
“Tamam,” diyorsun “parmak hesabı yapmayalım da
Ortalamada bir denklik olsaydı bari.”
Neyseki şarkılar var
Zihnin seninle helalleşemese de Sezen gelip “hiç olmazsa ince bir kabuk bağlasın azıcık eşitlik sağlasın” deyiveriyor.
İnsan elmayı sevdiğinde elma da onu sevsin istiyor.
Elma sevmiyor, tohum çatlamıyor.
Günlerce uğraştığın çamur çatlıyor ama içinde hava kaldığında.
Saatlerce uğraştığın yemek ocakta unutulup yandığında
“boşver” diyemiyorsun.
Hele duyarlı bir insansan
Toprağa o tohumu ekenden sana ulaştıran market görevlisine kadar
Bir özür borcu oluşuyor içinde.
Uykundan uyanıp yazdığın yazı sakil ve çirkin kaldığında
İçinden çıkan hayal kırıklığı sesi kedini bile ürkütüyor.
Ördüğün kazağın ilmeği kaçtığında
Söküyorsun en başa.
Ama güzel şeyler de oluyor yaşamda.
Birileri cömertçe gülümsemesini sunuyor 
Birileri yeni çiçekler getiriyor umudunu kestiğin bahçelerine
Biri senin için ağaç dikiyor elleriyle
Biri yemeğini paylaşıyor
Biri ilhamını, güzelim bir fikri
Birinin duası oluyorsun
Bir diğerinin umudu
Biri gelip merdiven uzatıyor
Oturmaktan bacaklarının uyuştuğu çukura. 
Durduk yere.
Neden bunlar oldu diyor musun?
Yaşamda kaldıkça
bırakabilmeyi öğreniyorsun günden güne
Çatlamayan tohumlar, kutsalsınız
Kaçan ilmekler
Patlayan çamurlar kutsalsınız
Yaradılış ağacının meyvesi, hele sen!
Yanan yemek kutsallığın ateşini tattın
Çarpık yazı, senden sonra gelenin önünü açtın.
Sizinle artık helalleşebiliriz.
Belki bırakabilmek
Kaçan ilmekler için yaşamın seni söktüğü yerdir.
Örgü bittiğinde tutabildiklerimiz kadar
Bıraktıklarımızla da şekillendiğimizi
uzaktan bakıp görürüz belki.
Ve şöyle deriz
“Ne güzelmiş bak bırakabildiğim anların deseni”
Bazen ne yaparsan yap olmuyor Bazen ne yaparsan yap olmayacak, biliyorsun. Her tohum çatlamıyor Her fidan köklenmiyor Sen elinden geleni yapsan da o çiçek o yeri sevmiyor işte. Elinden geleni yapman umduğun sonucu alacağın anlamına gelmiyor. Ve bırakman gereken bir an var, Tuttuğun ellerini kesmeden. “Bırakmak” kelimesi kalbini yoruyor Bırakabilsen hafifletecekken. Zihnin soruyor: “Nesin sen Küçük Prens’in evreninde bütün gün rakam sayan gezegen sahibi mi? Oturup sayacak mısın üç koydum üç almadım buralardan diye.” “Tamam,” diyorsun “parmak hesabı yapmayalım da Ortalamada bir denklik olsaydı bari.” Neyseki şarkılar var Zihnin seninle helalleşemese de Sezen gelip “hiç olmazsa ince bir kabuk bağlasın azıcık eşitlik sağlasın” deyiveriyor. İnsan elmayı sevdiğinde elma da onu sevsin istiyor. Elma sevmiyor, tohum çatlamıyor. Günlerce uğraştığın çamur çatlıyor ama içinde hava kaldığında. Saatlerce uğraştığın yemek ocakta unutulup yandığında “boşver” diyemiyorsun. Hele duyarlı bir insansan Toprağa o tohumu ekenden sana ulaştıran market görevlisine kadar Bir özür borcu oluşuyor içinde. Uykundan uyanıp yazdığın yazı sakil ve çirkin kaldığında İçinden çıkan hayal kırıklığı sesi kedini bile ürkütüyor. Ördüğün kazağın ilmeği kaçtığında Söküyorsun en başa. Ama güzel şeyler de oluyor yaşamda. Birileri cömertçe gülümsemesini sunuyor Birileri yeni çiçekler getiriyor umudunu kestiğin bahçelerine Biri senin için ağaç dikiyor elleriyle Biri yemeğini paylaşıyor Biri ilhamını, güzelim bir fikri Birinin duası oluyorsun Bir diğerinin umudu Biri gelip merdiven uzatıyor Oturmaktan bacaklarının uyuştuğu çukura. Durduk yere. Neden bunlar oldu diyor musun? Yaşamda kaldıkça bırakabilmeyi öğreniyorsun günden güne Çatlamayan tohumlar, kutsalsınız Kaçan ilmekler Patlayan çamurlar kutsalsınız Yaradılış ağacının meyvesi, hele sen! Yanan yemek kutsallığın ateşini tattın Çarpık yazı, senden sonra gelenin önünü açtın. Sizinle artık helalleşebiliriz. Belki bırakabilmek Kaçan ilmekler için yaşamın seni söktüğü yerdir. Örgü bittiğinde tutabildiklerimiz kadar Bıraktıklarımızla da şekillendiğimizi uzaktan bakıp görürüz belki. Ve şöyle deriz “Ne güzelmiş bak bırakabildiğim anların deseni”
“Yürekten sevdiğin bir insan varsa, bir kişi olsun yeter, hayatın kurtulmuş demektir.”
Böyle demişti Murakami.
Thic Nhat Hanh’ın deneyimlettiği bir egzersizi canım @burcuozerkatmer den dinledim deneyimledim de, gözlerimde yaş, içimde coşku ile güne başladım bu sabah. Bir eşlikçi ile üç nefeslik bir alanda tutulan bu egzersiz şu vurucu ifadeleri içeriyor.
“Öleceğim. Öleceğim.
Öleceksin. Öleceksin.
Şimdi bu güzel anı paylaşıyoruz. Ve bu kıymetli.”
*
Yürekten sevdiğimiz her varlık ile ilişkimizin içine, kalıcı acı içeren bir baharat da kaçışsız bir kendiliğindenlikle ekleniyor.
Bizi yürekten seven her varlık ile ilişkimizin içinde o acı baharat var. 
Şimdi değilse bile bir gün biliyoruz. Hiçbir ayrılık olmayacaksa bile o var. Bir gün.
Ve buna rağmen delirmiyoruz da aksine yaşamın coşkusunu seçiyoruz ya, inanılmaz güçlü varlıklarız her birimiz. 
*
Juno hayatıma girdiğinde ilk duyduğum cümleler çok yüreklendiriciydi. Tanıdığım birkaç kişi çok sevdiği kedilerini kaybetmişlerdi. İlk cümleler “bir gün ölecek ve darmadağın olacaksın, bunu bil” oldu böylece.
Ben avuç içim kadar bir canlıya bakarken bu cümlenin Çince falan olduğunu düşündüm. Anlamsızdı.
Büyüdükçe cümleyi anlamaya başladım. Bazen birden gözgöze gelince gözlerimin dolmasını ona borçlu oldum. Murakami haklı cümlesini eksik bırakıyor, “bir canlı olsun yeter, hayatımız kurtulmuş demektir.”
Ölümlüyüz biriciğim, sen de ben de. Ama şimdi bu koca evrende aynı odanın içinde birbirimizin gözlemcisiyiz, yaşamlarımızın tanığıyız. Ve bu an çok kıymetli, bak. Sadece ikimiz. Tüm atomlarımızla birbirimizin gözlemcisiyiz. Ve biliyoruz, bir atom gözlemlendiğinde bambaşka bir yol izler artık. Birbirimizin varlığı, bize bambaşka bir yol izletiyor.
*
Ve buraya kadar gelen okuyucu:
Ben şimdi burdayım, sen oradasın.
İkimiz de ölümlüyüz. Ve buna rağmen ölümsüz Tanrılar gibi seviyoruz birilerini, birbirimizi, bir şeyleri belki.
Bir gün birbirimizi ve bir şeyleri yitireceğiz.
Ama şu anda ikimiz arasında bağlantı dolu bir iplik var. 
Ve bu çok değerli.
Hadi gel coşkuyla ve yaşamı seçerek günümüze devam edelim. 🥹 #sevgi #farkındalık #cat #catperson #love #home
“Yürekten sevdiğin bir insan varsa, bir kişi olsun yeter, hayatın kurtulmuş demektir.” Böyle demişti Murakami. Thic Nhat Hanh’ın deneyimlettiği bir egzersizi canım @burcuozerkatmer den dinledim deneyimledim de, gözlerimde yaş, içimde coşku ile güne başladım bu sabah. Bir eşlikçi ile üç nefeslik bir alanda tutulan bu egzersiz şu vurucu ifadeleri içeriyor. “Öleceğim. Öleceğim. Öleceksin. Öleceksin. Şimdi bu güzel anı paylaşıyoruz. Ve bu kıymetli.” * Yürekten sevdiğimiz her varlık ile ilişkimizin içine, kalıcı acı içeren bir baharat da kaçışsız bir kendiliğindenlikle ekleniyor. Bizi yürekten seven her varlık ile ilişkimizin içinde o acı baharat var. Şimdi değilse bile bir gün biliyoruz. Hiçbir ayrılık olmayacaksa bile o var. Bir gün. Ve buna rağmen delirmiyoruz da aksine yaşamın coşkusunu seçiyoruz ya, inanılmaz güçlü varlıklarız her birimiz. * Juno hayatıma girdiğinde ilk duyduğum cümleler çok yüreklendiriciydi. Tanıdığım birkaç kişi çok sevdiği kedilerini kaybetmişlerdi. İlk cümleler “bir gün ölecek ve darmadağın olacaksın, bunu bil” oldu böylece. Ben avuç içim kadar bir canlıya bakarken bu cümlenin Çince falan olduğunu düşündüm. Anlamsızdı. Büyüdükçe cümleyi anlamaya başladım. Bazen birden gözgöze gelince gözlerimin dolmasını ona borçlu oldum. Murakami haklı cümlesini eksik bırakıyor, “bir canlı olsun yeter, hayatımız kurtulmuş demektir.” Ölümlüyüz biriciğim, sen de ben de. Ama şimdi bu koca evrende aynı odanın içinde birbirimizin gözlemcisiyiz, yaşamlarımızın tanığıyız. Ve bu an çok kıymetli, bak. Sadece ikimiz. Tüm atomlarımızla birbirimizin gözlemcisiyiz. Ve biliyoruz, bir atom gözlemlendiğinde bambaşka bir yol izler artık. Birbirimizin varlığı, bize bambaşka bir yol izletiyor. * Ve buraya kadar gelen okuyucu: Ben şimdi burdayım, sen oradasın. İkimiz de ölümlüyüz. Ve buna rağmen ölümsüz Tanrılar gibi seviyoruz birilerini, birbirimizi, bir şeyleri belki. Bir gün birbirimizi ve bir şeyleri yitireceğiz. Ama şu anda ikimiz arasında bağlantı dolu bir iplik var. Ve bu çok değerli. Hadi gel coşkuyla ve yaşamı seçerek günümüze devam edelim. 🥹 #sevgi #farkındalık #cat #catperson #love #home
İstanbul’un manevi koruyucularından olan Yahya Efendi’nin dergahının kapısından geçip sağdaki mezarlıktaki ince yoldan göçmüşlere selam vererek ilerleyip bitiminde sola döndüğünde ve beş altı adım atıp yüzünü denize çevirdiğinde, bir zamanlar sefere çıkan tüm gemicilerin, donanmaların, avlanmaya çıkan balıkçıların onun koruyucu ve şans getiren duasını almak için önüne yanaştıları ve “Heyamola!” diye inlettikleri güzelim Boğaz’a bakarken, sırtını da şu mezar taşına vermiş olacaksın:
“Hiçbir şey ölmez, her şey yaşar”
…
Yahya Efendi misafirlerine “Aşıklar” diye seslenirken, bir an hisset... 
Boğaz’da göze aldığın ve gideceğin yeni yolun, olasılıkların, gemilerin… İç benliğindeki savaşçı arketipler, kaptanlar, gezginler, balıkçılar…
Arkanda, yaşamda seninle ilerlemeyen, geride kalan her şey. Kayıplar, ölümler, terk edilmeler, terk ettiklerin, hayal kırıklıkları, hüsranlar, asla iyileşmeyeceğini düşündüğün acılar, mayalanmayan, köklenmeyen, tutmayanlar, tutunamayanlar.. Yarımlık, eksiklik, boşunalık hissi… 
Sen ikisinin ortasındasın. 
Bacaklarına dolanan birkaç kediyle.
…
Artık dönüşmek için gözünün içine bakanı sevgiyle bırakabilirsin. 
Ve bilirsin, yeni olan da tüm dualara ve şans dileklerine rağmen güzel olasılıkların, hediyelerin, mucize gibi güzelliklerinin yanında yeni yenilgiler, acılar, kayıplar getirecek. Yine yol ayrımları, çatışmalar, zor kararlar, çıkmaz sokaklar olacak. Yine bir gün bir şeyleri ya da birini hiç hazır olmasan da arkanda bırakıp ilerlerken acı çekeceksin.
Savaşa hazır cesur bir denizci gibi hissederken bir parçan yine de insan olmanın zarif, kırılgan, çaresiz doğasında bir duaya, kutsamaya güveneceksin.
Sen o yolu göze aldığında geçmişin dönüşecek.
Gücün de buradan gelecek.
Heyamola, heyamola, hey…
26’Ekim/ 08:00- 
Tutulma/akrep yeni ayı sonrası 
#yahyaefendi #istanbul #huzur #akrepyeniayı #güç #cesaret
İstanbul’un manevi koruyucularından olan Yahya Efendi’nin dergahının kapısından geçip sağdaki mezarlıktaki ince yoldan göçmüşlere selam vererek ilerleyip bitiminde sola döndüğünde ve beş altı adım atıp yüzünü denize çevirdiğinde, bir zamanlar sefere çıkan tüm gemicilerin, donanmaların, avlanmaya çıkan balıkçıların onun koruyucu ve şans getiren duasını almak için önüne yanaştıları ve “Heyamola!” diye inlettikleri güzelim Boğaz’a bakarken, sırtını da şu mezar taşına vermiş olacaksın: “Hiçbir şey ölmez, her şey yaşar” … Yahya Efendi misafirlerine “Aşıklar” diye seslenirken, bir an hisset... Boğaz’da göze aldığın ve gideceğin yeni yolun, olasılıkların, gemilerin… İç benliğindeki savaşçı arketipler, kaptanlar, gezginler, balıkçılar… Arkanda, yaşamda seninle ilerlemeyen, geride kalan her şey. Kayıplar, ölümler, terk edilmeler, terk ettiklerin, hayal kırıklıkları, hüsranlar, asla iyileşmeyeceğini düşündüğün acılar, mayalanmayan, köklenmeyen, tutmayanlar, tutunamayanlar.. Yarımlık, eksiklik, boşunalık hissi… Sen ikisinin ortasındasın. Bacaklarına dolanan birkaç kediyle. … Artık dönüşmek için gözünün içine bakanı sevgiyle bırakabilirsin. Ve bilirsin, yeni olan da tüm dualara ve şans dileklerine rağmen güzel olasılıkların, hediyelerin, mucize gibi güzelliklerinin yanında yeni yenilgiler, acılar, kayıplar getirecek. Yine yol ayrımları, çatışmalar, zor kararlar, çıkmaz sokaklar olacak. Yine bir gün bir şeyleri ya da birini hiç hazır olmasan da arkanda bırakıp ilerlerken acı çekeceksin. Savaşa hazır cesur bir denizci gibi hissederken bir parçan yine de insan olmanın zarif, kırılgan, çaresiz doğasında bir duaya, kutsamaya güveneceksin. Sen o yolu göze aldığında geçmişin dönüşecek. Gücün de buradan gelecek. Heyamola, heyamola, hey… 26’Ekim/ 08:00- Tutulma/akrep yeni ayı sonrası #yahyaefendi #istanbul #huzur #akrepyeniayı #güç #cesaret
“Ruhun amacı erdemleri deneyimlemektir. Tüm erdemler ise “rağmene rağmen” kazanılır.”
Yıllar önce derin kazma eğitimini alırken ve bu cümleyi yazarken ilkin anlamamıştım neye temas ettiğimi. Çalıştıkça, özgözlemi geliştirdikçe derin teması açıldı içimde.
“Korkmama rağmen o adımı attım” dediğinde birisi, işte karşımızda cesaret.
Kolumu kaldıracak gücüm olmamasına rağmen ilerledim… Dayanıklılık.
Yeterli param olmamasına rağmen onunla paylaştım… Yardımseverlik.
Alerjim/korkum olmasına rağmen yaralı bir kediyi kucağımda veterinere götürdüm… Merhamet.
Çok zor olmasına rağmen onun yasına alan tuttum… Açıklık.
Zarar görecek olmama rağmen onların hakkını savundum… Yiğitlik.
Zorunda olmamama rağmen bilgimi onlarla paylaştım… Hizmet.
Denk bir davranış görmememe rağmen beklentisiz bir sevgiyle karşılık verdim… Koşulsuz sevgi.
Zarara zararla karşılık verebilecek olmama rağmen ikimiz için de adil olanı gözettim… Adalet.
Hayal kırıklığı yaşama ihtimalime rağmen o adımı attım… Umut.
Burada sayılmayan nice erdem, zor, acıtan, yoran, nefes sıkan bir ağırlıkla, rağmenle başlıyor genellikle.
Oysaki, sorulsa birçoğumuza “ama”larımızın “rağmen”e dönüşme hevesi yok içimizde. 
Korkunç ve huzursuz amalarımızla epey mutluyuz kimseye itiraf edemediğimiz bir şekilde.
*
Bazen bazı adımları atmak için bir şeylerin rağmene rağmen değil de “zaten tüm koşullar hazırdı” gibi bir yerden ilerlemesini istiyor olabiliriz.
Ancak her zaman “yeterince”, “tam zamanı” ve “zaten”ler yok hayatımızda.
Genellikle “ama”lar ve “rağmen”ler var.
Ve belli ki yaşam rağmenlere rağmen ilerlememizi bekliyor.
“Ama” kelimelerimiz “rağmen” olduğunda erdeme dönüşebiliyor.
“Ama” kelimesi “ama”da kaldığında hepimiz sonunu biliyoruz, yeterince orada bulunduk değil mi?
Birazdan rağmene rağmen bir adım daha atacağım. Belki bu yazıyı okuyan seni de cesaretlendirir bu küçük itiraf.
Cesaret, ilham ve sevgiyle. #tirtilindusu #istanbul #edebiyat #thetahealing #cesaret #erdem
“Ruhun amacı erdemleri deneyimlemektir. Tüm erdemler ise “rağmene rağmen” kazanılır.” Yıllar önce derin kazma eğitimini alırken ve bu cümleyi yazarken ilkin anlamamıştım neye temas ettiğimi. Çalıştıkça, özgözlemi geliştirdikçe derin teması açıldı içimde. “Korkmama rağmen o adımı attım” dediğinde birisi, işte karşımızda cesaret. Kolumu kaldıracak gücüm olmamasına rağmen ilerledim… Dayanıklılık. Yeterli param olmamasına rağmen onunla paylaştım… Yardımseverlik. Alerjim/korkum olmasına rağmen yaralı bir kediyi kucağımda veterinere götürdüm… Merhamet. Çok zor olmasına rağmen onun yasına alan tuttum… Açıklık. Zarar görecek olmama rağmen onların hakkını savundum… Yiğitlik. Zorunda olmamama rağmen bilgimi onlarla paylaştım… Hizmet. Denk bir davranış görmememe rağmen beklentisiz bir sevgiyle karşılık verdim… Koşulsuz sevgi. Zarara zararla karşılık verebilecek olmama rağmen ikimiz için de adil olanı gözettim… Adalet. Hayal kırıklığı yaşama ihtimalime rağmen o adımı attım… Umut. Burada sayılmayan nice erdem, zor, acıtan, yoran, nefes sıkan bir ağırlıkla, rağmenle başlıyor genellikle. Oysaki, sorulsa birçoğumuza “ama”larımızın “rağmen”e dönüşme hevesi yok içimizde. Korkunç ve huzursuz amalarımızla epey mutluyuz kimseye itiraf edemediğimiz bir şekilde. * Bazen bazı adımları atmak için bir şeylerin rağmene rağmen değil de “zaten tüm koşullar hazırdı” gibi bir yerden ilerlemesini istiyor olabiliriz. Ancak her zaman “yeterince”, “tam zamanı” ve “zaten”ler yok hayatımızda. Genellikle “ama”lar ve “rağmen”ler var. Ve belli ki yaşam rağmenlere rağmen ilerlememizi bekliyor. “Ama” kelimelerimiz “rağmen” olduğunda erdeme dönüşebiliyor. “Ama” kelimesi “ama”da kaldığında hepimiz sonunu biliyoruz, yeterince orada bulunduk değil mi? Birazdan rağmene rağmen bir adım daha atacağım. Belki bu yazıyı okuyan seni de cesaretlendirir bu küçük itiraf. Cesaret, ilham ve sevgiyle. #tirtilindusu #istanbul #edebiyat #thetahealing #cesaret #erdem
^Özgür insan^
Güzelliklerin peşinde koş
Çocukken “bir gün ben de” dediklerinin
Hiç becereme gerekirse
Büyük lafları, olayları boşver de
Geleceğe hayal izleri bırak
Bırak ayrangönüllü, daldan dala, hercai ve benzerleri olsun adın
Zihnin için iyi 
“Oooo… hiç kimse kusura bakmasın
100 yıl yaşamak zorundayım ben” diyecek
“Daha çok işim var dünyada
Daha çok hevesim” 
Zihnin ulaştığı, ulaşmakta olduğu ve henüz ulaşamadığı listelerle mutlu.
Varsın olsun
Bir gün keman da çalarsın
en güzel zeybeği sen oynarsın
Varsın bir gün Lindy Hop da senden sorulacak olsun hadi.
Satrancı da elli yaşında öğrenecek ol, tamam.
“Yetersizlik, eksiklik” değil adı
İştah bu, 
İnsan olmanın doğuştan mühürlü yarası olan
her güzel şeye yetişilemeyeceği çaresizliğine panzehir ve
sevimsiz bir hayat algısına ters bir iştah.
-İnan, iştahın bu türünü çok az insanı tanır
Sen bir zeytin dalı uzat ona
Çok yazık bu türden bir iştahsızlığa-
Dene, çokça dene
Fransızca olmadı mı,
İspanyolca sağdan 15 derecelik açıyla göz kırpıyor belki. 
-Flört açısıymış yeni öğrendim-
Ülke sayısı kadar mutfak varken 
Ne demek “ben gluten, sarımsak falan yemiyorum 
Öyle yemek de yapamam” demek mesela
Sıkıcı, sıkıcı, sıkıcı.
“Bu dünyada yetişkinler çok sıkıcı” diye bağıran bir çocuk tanıyorum
İçimde yaşıyor ve sahilde gazoz içiyor.
Dene ikigözüm iki elim
Bir milyon olasılık ve on yüz bin milyon baloncuk varken
Biri mutlaka tutar
Tutmadı mı, sıradaki öyleyse? 
Unutma hem o sözü
“Maymun ağaçtan düşer”
Düşüver canım sen de birkaç kez 
ya da iyisi mi,
Sen kendini atıver tutunduğun dallardan
Çamuru, toprağı, teri sev
Zevk al kirlenmenin bin türlüsünden.
Kahkahan bırak son masadan duyulsun
Ve kapı tıkırtısına hazır bir göbeciğin sol cebinde dursun
Adettendir aşkın da büyük olsun
Elinin ucuyla sevme “sevdiğim” dediğini
Kalbin büyürken varsın burnun küçülsün
Eğil al onu hatta yerden.
Hangi ara düştüyse…
Deliler gibi inan düşlerine
Ve izin ver desinler “deli,deli”
Hem ne demişti bir Hindu şiiri
“Bazen çıplak, bazen deli
Şimdi akademisyen gibi, şimdiyse bir budala
İşte böyle görünür yeryüzünde
Özgür insan” #ceramic #seramik #art #istanbul #street #beyoglu #torna #edebiyat #cesaret #kişiselgelişim
^Özgür insan^ Güzelliklerin peşinde koş Çocukken “bir gün ben de” dediklerinin Hiç becereme gerekirse Büyük lafları, olayları boşver de Geleceğe hayal izleri bırak Bırak ayrangönüllü, daldan dala, hercai ve benzerleri olsun adın Zihnin için iyi “Oooo… hiç kimse kusura bakmasın 100 yıl yaşamak zorundayım ben” diyecek “Daha çok işim var dünyada Daha çok hevesim” Zihnin ulaştığı, ulaşmakta olduğu ve henüz ulaşamadığı listelerle mutlu. Varsın olsun Bir gün keman da çalarsın en güzel zeybeği sen oynarsın Varsın bir gün Lindy Hop da senden sorulacak olsun hadi. Satrancı da elli yaşında öğrenecek ol, tamam. “Yetersizlik, eksiklik” değil adı İştah bu, İnsan olmanın doğuştan mühürlü yarası olan her güzel şeye yetişilemeyeceği çaresizliğine panzehir ve sevimsiz bir hayat algısına ters bir iştah. -İnan, iştahın bu türünü çok az insanı tanır Sen bir zeytin dalı uzat ona Çok yazık bu türden bir iştahsızlığa- Dene, çokça dene Fransızca olmadı mı, İspanyolca sağdan 15 derecelik açıyla göz kırpıyor belki. -Flört açısıymış yeni öğrendim- Ülke sayısı kadar mutfak varken Ne demek “ben gluten, sarımsak falan yemiyorum Öyle yemek de yapamam” demek mesela Sıkıcı, sıkıcı, sıkıcı. “Bu dünyada yetişkinler çok sıkıcı” diye bağıran bir çocuk tanıyorum İçimde yaşıyor ve sahilde gazoz içiyor. Dene ikigözüm iki elim Bir milyon olasılık ve on yüz bin milyon baloncuk varken Biri mutlaka tutar Tutmadı mı, sıradaki öyleyse? Unutma hem o sözü “Maymun ağaçtan düşer” Düşüver canım sen de birkaç kez ya da iyisi mi, Sen kendini atıver tutunduğun dallardan Çamuru, toprağı, teri sev Zevk al kirlenmenin bin türlüsünden. Kahkahan bırak son masadan duyulsun Ve kapı tıkırtısına hazır bir göbeciğin sol cebinde dursun Adettendir aşkın da büyük olsun Elinin ucuyla sevme “sevdiğim” dediğini Kalbin büyürken varsın burnun küçülsün Eğil al onu hatta yerden. Hangi ara düştüyse… Deliler gibi inan düşlerine Ve izin ver desinler “deli,deli” Hem ne demişti bir Hindu şiiri “Bazen çıplak, bazen deli Şimdi akademisyen gibi, şimdiyse bir budala İşte böyle görünür yeryüzünde Özgür insan” #ceramic #seramik #art #istanbul #street #beyoglu #torna #edebiyat #cesaret #kişiselgelişim