İçine Akan Gözyaşlarının Heykeli

İlk kez bir yazımı tren yolculuğunda yazıyorum. Bu yazıyı yazmayı bir ay ertelemiş olmamı ve bu ana denk getirmemi ise gülerek kutluyorum 🙂

İşin aslı, bekleyen yazılar var. Yeni bir yolculuk, yeni hatırlananlar olacak dilerim. Yarından itibaren onun içindeyim. Ama onun öncesinde anlatmasam olmaz bir hikaye: gözyaşı şişesinin, sayım şiirinin, arapsaçının ve dört haftalık emeğimin, ilk heykelimin, oğlan beklerken fırından kız gelenin hikayesi.

Bir zamanlar, burada bir yazı yazmıştım. En çok okunan yazım oldu sayenizde. Google’dan ona gelen olmuyor ama sıralı okuyanlar sayesinde yerini koruyor hala 🙂 

Okumayanları önce ona alalım ki, başlangıç ve sonucu belli olsun. İşte burada:

https://www.tirtilindusu.com/2018/01/30/bildigimiz-unuttugumuz-sonra-yeniden-hatirladiklarimiz-uzerine/

Bu blog, rüyasız düşünülemez değil mi? E seramiği anlattığım yazıda da rüya şarkısından bahsetmiştim. Şimdi size bir rüyamı anlatacağım bunun üzerine, yaklaşın.

İstanbul’dan taşınmak üzereydim bu rüyayı gördüğümde. Seramikte son çalışmam olan heykel, fırından ikinci kez çıkmış ama gidip alamamıştım yoğunluktan. O esnada da, bu sene başucumdan eksik edemediğim o kitabı okuyordum yeniden. Babam Beni Şahdamarımdan Öptü/Ozan Önen.

Ama telefondan yazı girince konu biraz dağılıyor. Durun durun, önce heykeli anlatacağım.

Bu sene, seramiğe taze bir başlangıç yaptım yapmasına ama sınıfta konuların da en gerisinde ben kaldım ne yazık ki. Çünkü, kendime inanılmaz bir alan buldum seramikte. İsmi sır altı. Güzelliğini isminden alanlara birçok kalp ❤️

Sır altı, bir bakıma seramiğin ince işi demek. Sulu boya gibi. Normal sır kullanımı, pişmiş kurabiye ürünü alırsın ve üzerine sulandırılmış sırrı iki ya da üç seferde sürersin. Süre: 15-30 dk. Sonra ver fırına.

Sır altı:

Pişmiş kurabiye ürünü alır ve haftalarca işlersin. Bir tabakta tam 7 hafta. Bir çaydanlıkta 8. Bir heykelde,? Tamam tamam ☺️ e sonra, onu da ver fırına. 

Dolayısıyla, benim sır altı merakımdan sınıfın en çılgın çalışanı ama en tembeli olmam bir seçim meselesi oldu. (Instagram storylerimde arşivde hepsi, e bir bakın takip etmiyorsanız bence. ?) Herkesin heykeli bitmişti ki ben hala heykele bırakın geçmeyi sır altı çalışmam bitsin diye nefes almadan boyama yapıyordum haftanın bir günü olan kursta. İmdadıma, kursun isteğe bağlı bir ay uzaması yetişti. Bu sayede İstanbul’da son bir ayımı en sevdiğim yerde geçirmeye devam ettim. En sevdiğim yer demişken, Sultanahmet’e yolunuz düşerse Caferağa Medresesi’ni bulun, avlusunda güzel müziklerle ruhunuzu dinlendirirken bir çay ısmarlayın kendinize. Hocam Hülya Sözer’e ve ebru sanatçısı Coşkun Bey’e sevgi ve selamlarımı iletin…

.

Selpak molası… Duygu yok, duygusallık yok! Hop yazıya devam!

.

Heykel çalışmak seramiğin diğer alanlarından azıcık farklı. Hani şu an önümde malzemeler olsa yapabilir miyim bir şüphe ediyorum. Şamotlu çamur kullanıyorsun ki dokunmak içini hop hop ediyor ona. Hop hop? Kadife okşamak, kedi tüyü sevmek, ipek bir çamaşıra dokunmak gibi. Oldu mu? Anlaştık mı? ☺️

Her zamanki yaratıcılığımla (!) pinterest’ten bir heykel seçtim. (Taklit yaratmanın ilk koşulu demişler, üzmeyin çırağı) Nasıl tatlı bir oğlan yüzü, kafasını açıp saksı yapacağız. Nefis! Ki seramik hayallerimin başında eğlenceli saksılar çalışıp çiçeklendirmek olan bir öğrenciydim sonuçta.

Neyse, şamotlu çamurumu vura vura sertleştirdik. İlk adım ayaklı bir dikdörtgen. Sonra, yavaşça oluşan kafa. Omuzlar yavaş yavaş. O da ne? Bana bir şarkı söylemeye başlamaz mı dokunurken?! Üstelik en sevdiğim şairlerden birinin şiirinden evrilme. Gözlerimi pörtlettim, omzuna dokundum parmaklarımla yeniden. Bu kez daha yüksek sesle söyledi:

“Ayışığında oturuyorduk 

bileğinden öptüm seni”

İçim hop hop oldu! Yeniden dokundum kıvrımları yaparken:

“Sonra ayakta öptüm, 

dudağından öptüm seni”

Aman Allahım! Heykel bana seranad yapıyor! E dinleyelim şarkıyı o zaman. Açtım, taktım kulaklıkları. Sezen Aksu söyledi biz çalıştık. Yavaş yavaş ortaya çıktı kafası, dudakları, burnu, omuzları. Sezen söylemeye, o dokundukça eşlik etmeye devam etti tam 4 hafta. 

“Kapı aralığında öptüm

soluğundan öptüm seni

Bahçede çocuklar vardı

çocuğundan öptüm.”

Fırına girdi çıktı heykel. Her fırına giren gibi küçüldü. Aldım sır altı boyalarımı ona allık sürdüm, dudağını boyadım, kirpiklerini çizdim. Gözlerini sürmeli sürmeli çektim, orijinalindeki gibi, vallahi bak! 

Yaparken de dedim ki, benim oğlan kıza mı dönüyor hocam? Dudaklar fazla mı iştahlı oldu? E o kıpkırmızı çıkar fırından, dedi. Silelim o zaman, dedim. Madem kıpkırmızı çıkacak, onun yerine masum pembe ten rengi olsun? Kırmızıyı da kırmızı ruju da hiç sevmem. Ya kirpikler, fazla mı Türkan Şorayımsı oldu. Oğlan bu neticede; ama orijinalinde de kirpikli oğlan sonuçta. Neyse, oğlan olmazsa da kendi bilir. Bende cinsiyet faşizmi yok. Fırından ne çıksa kabulüm. Ama bir kız heykelin bana o şarkıyı söylemesi. ? yok ya eril enerji bu, dişi değil. Neyse.

O ara, her gece Ozan’ın kitabından bir sayfa seçip okuyorum. Kitap yer yapmış. Her gece aynı sayfa denk geliyor.

“Bana kadın nedir diye sorsalar, gözyaşlarını saklamak için şişeler üretmiş tek canlıdır derim.” diyor.

Ozan’a çok yaşa, gel sana bi sarılayım, diyorum içimden, aynı yazıyı içimde bir acıyla yeniden okuyorum. Acımaması mümkün mü? Bir kadının müzisyene duyduğu aşkı anlatıyor yazısında. Adam, Türkiye’ye konser için geliyor. Kulise gidiyor kadın. Ona bir gözyaşı şişesi veriyor, onu dinlerken gözyaşlarını içinde biriktirdiği. Kim etkilenmez ki? Adam da etkileniyor kadından. Hemen bir adım atıyor “Benimle Atina’ya gel.” diyor. Kadın gelemem, diyor. Vizem yok diyemiyor. Kadın hiç evlenmiyor. Adamsa yaşı epeyce geçtiğinde bir evlilik yapıyor.

Atina…

Atina…

Atina…

Beni “Atina’ya gel” cümlesi gözyaşı şişesi kadar vuruyor yazıda. (Neden her yerde Atina, neden, neden? Ben gidip yerleşeyim Kolonakime de toptan bir rahat edelim hepimiz…) 

O gece bir rüya görüyorum. Başını anlatmayı çok isterdim ama anlatılacak tarafı yok. Kız kardeşimle aşırı eğlenceli maceralar peşindeyiz, bir fantastik bir fantastik. Devamında benim yol fırının başına çıkıyor. Hocamı görüyorum, işte heykelin diyor bana heykeli veriyor fırından çıkarıp. Heykel rüyamda sıcacık. 1000 dereceden birkaç dakika önce çıkmış hakikaten. Sonra bir palet çıkıyor içinden. Şöyle diyorum; 

“Bu heykelimin gözyaşı şişesi”

Ben de şaşkınım derken ha, sakın yanlış anlamayın. O an resmen aydınlanıyorum ve devam ediyorum.

“Kafasının içinde yer alıyor çünkü onu içine akan gözyaşları için çalıştım.”

Aman Allah’ım! İlhamın rüyada gelenine bak sen! 

Bir de burun hizasına yerleştirmişim içinde, yani rüyamda her şeyi ölçüp biçip düşünmüşüm de.

Şok içinde uyanıyorum. Yüksek benliğime “Dünyadayken heykeltraş mıydın, şair miydin neydin sen?” diyorum içimden. “Bu romantizm de ne?”

Oğlum gerçekten de fırından çıkmış. Ama onu yaratan eller gidip alamıyor kolileme yapmaktan. Tam evden çıkacağım bir yağmur indiriyor, paylaşıyorum Instagram’da. Anında bir mesaj geliyor Büşram’dan. “Medrese kaça kadar açık Yeliz?” 

Ta Florya’dan atlayıp Sultanahmet’e gidiyor, heykelimi alıyor. Gitmişken Coşkun Bey’le sohbet ediyor, hatta güzel bir hediye veriyor hat yazısıyla Büşra’ya. 

Meğer ben her yağmurda story paylaşırken Büşra’nın içinden geçermiş bir yağmurlu günde o ortamı deneyimleyebilsem diye. Haziran yağmuru ve mucize ikimizi de buluyor. İstanbul’daki son gecemde ben de gidip Büşra’nın kapısını çalıyorum. Açıyorum heykeli. O da ne? Benim oğlan, bildiğin kız! Fırından kız çıkmış bu ya! Üstelik nasıl da tatlı.

Ne yapalım, bazen herkes yanılır diyorum hemen bağrıma basıyorum kızımı. Üç yıl boyunca evlerimizi birbirimize açmak istememiz, onun sayesinde İstanbuldaki son gecemde oluyor.

Eve gelince beni bir gülme alıyor.

Yahu ben bir erkeğin içine akan gözyaşları için şişe isteyeceğini nasıl düşündüm ki?

Gözyaşı ve erkek.

Hadi canım. 

Elbette teknik olarak ağlayabilen varlıklar, ona şüphe yok. Ama bir cinsin gözyaşı okyanussa, diğerinin bir litre su sonuçta.

Kızımı da, gizli gözyaşı şişesini de, o güzelim dudaklarını, kirpiklerini de bağrına basıyorum. Bugüne dek akıttığım tüm gözyaşlarıyla ve akıtmaktan hiç bıkmayacaklarımla, içimdeki kız çocuğu ve kadınla gurur duyuyorum. 

Sonra tamam kızım diyorum, senin kafanın içine artık rengarenk çiçekler ekeceğim. Morlar , pembeler, eflatunlar, turuncular ve tüm dayanıklılıklarıyla kaktüsler… gör bak bundan sonrası hep cıvıl cıvıl neşe.

Fikrimi Kuşadası’nda botanik uzmanı enişteme söylüyorum. Yok diyor onlar olmaz, tutmaz. E ne yapayım, kafası boş heykelimin diyorum.

Arapsaçı gider ona diyor.

Tövbe diyorum içimden. Erkin Koray son ses içimde yankılanıyor:

“Ooof aşk yüzünden arapsaçına döndüm

Çöz beni arapsaçı”

İptaliptaliptal. Tövbeler tövbesi. Kızıma bunu yapamam. 

Yok diyorum, o katiyen olmaz, asla olmaz. Bana mor çiçekli bir şarkılı çiçek lazım.

E sen bilirsin o zaman diyor.

Benim heykel kel kalıyor.

Sonra Eskişehir’de çiçekçiye girip neymiş bu arapsaçı bir gösterin diyorum, ay ne güzelmiş, pek de güzelmiş, uzarmış sarkarmış o saç gibi olurmuş. İsmin kaderin olmasın sakın ha diyerek alıp koyuyorum kafasına.

E bunu nasıl besleyeceğim diye soruyorum google’a.

Arapsaçı, helxine soleirolii, aşkın gözyaşı bitkisidir, yazıyor. 

E diyorum, elleriyle yaratan oğlan olsun istedi, olmadın. Çiçeklen, renklen istedi, olduramadın. Altına suyunu akıtmak için tabak bile çalışmadı, ama sen içinde gözyaşı şişesi yarattın. Ne diyordu o yazar, “Tanrılar kendi kaderini yazan ölümlüleri dengi gibi sever”.  Yaz kaderini kızım, dengi gibi sevil, benden bu kadar.

Öyle işte, kapanış pek bir enteresan oldu. 

Size onunla şarkımızı hediye edeyim bu gece.

Yanağınızdan öpsün şarkımız sizi…

https://m.youtube.com/watch?v=E0c1faR72pw

  1. meltem diyor ki:

    Çok özlemişim yazılarını Yelizim ? yine bir solukta okudum, ve seninle o tüm anlara eşlik ettim ? şimdi demlenmeye bırakıyorum daha sonra keyifle, ağır ağır tekrar okuyacağım ??

    • Yeliz diyor ki:

      En sevdiğim, önce bir hevesle yutmak sonra da demleye demleye okumak.
      Büyük şansımsınız, çok teşekkür ederim canım Meltemcim 🙂

  2. yeliz diyor ki:

    Gözyaşlarımı sonunda akıta akıta okudum adaşım….Seviyorum yazılarını ve SENİ:) Ne de olsa herşey yazılarını okurken başladı bende.. Öyle de devam edecek sanırım:)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.