Paslı Makas

#başkatürlübitmezbazıdostluklar

#öyküleşenrüyalar

Biliyorum, en çok gerçek olanı anlamak zor. Bu nedenle, size gerçeği tane tane anlatmayı deneyeceğim. Anlatmak, anlatmaya çalışmak bir bakıma benim için de bir sürpriz olacak. Ben de anlamamış olabilirim mesela. Böyle karışık bir dünyada bu da mümkün. Onu en son gördüğümde bir hastanedeydi. ‘Ne demişti Hamlet, “Olmak ya da olmamak, işte mesele bu!” O bana bu repliği hatırlatmış, ben küçük bir kahkaha atmıştım. Bir yerde bir şeyler devrilmişti. Birileri höpürdeterek bir şeyler içmekteydi. İşte dostluğumuzun sırrı, en olmadık zamanlarda en olmadık anımsamaları yapmak. Hayata böyle tutunmak. Ben onu o gün orada bıraktım. Görüşeceğiz, diyerek. Birbirimize, bir bakışla dostluğumuz için teşekkür ettik, sessizce. İkimiz için de sessiz bir vedaydı. Yalnızca ikimiz için belirgin olan. Çıkınca, paslı makasımı buldum. Biraz eskidir, ama kesip atmakta usta olduğumdan elimde eskimiştir. Keserken kendinden bir iz bırakır, kesende de, kesilende de, kendinde de… O paslı makasla şehrin haritasından o bölgeyi keserek ayırdım. Haritayı kaldırdım, gökyüzüne baktım, o küçücük delikten. Gökyüzü, maviydi. Masmaviydi… Ertesi gün, bir sihir buldum hayatta. Hiç olmayacak bir şey diledim. Hiç olmayacak şeyler, bazen olur. Düz çizgiye baktım, sen düz değilsin aslında dedim. Hele artık hiç değilsin. Düz çizginin şimdiden sonrasını bir silgiyle sildim. Silgi, böyle zamanlarda çok önemlidir. Aslında silgi, en önemli kırtasiye malzemesidir. Neyse ki, kalemim, silgim  ve paslı makasım hep cebimdedir. Ne diyordum, şimdiden sonrasını çok ince bir çalışmayla sildim. O benim için artık gereksizdi, herkesin öğrendiği ve bildiği tek gerçeklikti. Onunla, artık işim yoktu. Çizginin bitiş noktasından biri yukarı, diğeri aşağı ivmeli iki doğru çizdim. Tarih çizgisinde sonluluk yaratmamak için uçlarına oklar ekledim. Aşağı oku çizerken, biraz ağladım. Elimde bir toprak, önümde bir çukur bakakaldım. Çevrem, onun çevresiyle doluydu. Üzgün gözlerle yüzlerine baktım. O henüz gözle görünür ölçüde aramızdayken, hiç olmazsa bir anlığına onu gerçekten anladıklarına dair bir iz aradım. Sonra anımsadım… Hayatımın ilk ölüm haberini kadınlarla dolu bir odada almıştım. Herkes ağlıyordu, muhtemelen en geç on yıl içinde kendilerinin de o sonsuz karanlığa gideceklerini düşünerek. Oysa, karanlık olan içine doğduğumuz bu gezegendi. En azından biz böyle düşünürdük onunla. Gittiği yerde -muhtemelen pek de uzak değildi, bir ağaç arkasında bizi izliyordu belki- yanımdaki kıza onu çok sevdiğini söylemediği için pişman mıydı mesela diye düşündüm. Önemsemezdi ki bu konuları. Ben önemsediğim için benimle dalga geçerdi. Bende kalp acısı, onda ise dünyanın acısı her zaman daha büyüktü. Daha sonra tanıyacağım Tezer Özlü gibi. Onunla konuşmayı denedim. “İyisin di mi, ben de geleceğim bir ara. O zamana kadar kendine iyi bak. Burada olmaz,-çünkü ben hala bazı tabuları yıkamadım- ama bir şekilde aramızdaki perdeyi geçmeyi denersen sana en sevdiğin şaraplardan getiririm. Birlikte içeriz. Biraz Sheakespeare, biraz Beckett… Neyi özlersen, bana söylemen yeterli. Yeter ki unutma… Eğer böyle bir imkanın olursa beni korkutmaktan hiç çekinme, tamam mı?” dedim. Biraz da, gitmek isteyen o değilken neden onun gittiğiyle ilgili birkaç sitem ettim. Önce ben de bana taa küçükken öğretilen ama anlamını hiç bilmediğim şeyleri okudum, ardından Beckett’in manidar bir sözüyle veda ettim. Herkes tarafından terk edilmişti. Bizimse dostluğumuz yeni başlıyordu. Ağlayanların yanından gülümseyerek geçtim. Bunların hepsi deli, dedim. Bunların hepsi deli, dedi… Tutunamayanlar, dedim. Unutma, sen aslında ölmedin. Sadece istediğin kişilere görünebileceğin bir oyun buldun. Hepsi bu. Keşke okusaydım, dedi. Ben sana okurum, sen bu görünüp kaybolmanın şimdilik tadını çıkar, dedim. Yürüdüm. O kadar çok yürüdüm ki, çizgimin bitiş ve başlangıç noktasına döndüm. Bir an tarihle böyle oynayabildiğim için sınırlı aklımla sınırlı aklıma iltifatlarda bulundum. Yukarı çıkan oka baktım. O okun artık düzlemle işi yoktu. Beni nereye götüreceksin, dedim. Nereye gitmek istersin, dedi. Buralara benzemeyen bir yer olsun, mesela çöl… Son zamanlarda ne çok ilgimi çekiyor, dedim. Tamam yaşam haritana bir çöl deneyimi ekliyorum, zamanı geldiğinde kendini çölde bulacaksın, dedi. Kendini bulmak isteyen herkes, önce her şeyin yitirildiği o çölden geçmelidir, dedim. Ne çok şey biliyorsun, dedi. Ne yazık ki çoğu şeyi biliyorum, dedim. Kitaplardan… Ama… dedi. Bir ama demeliydi bana, her zaman bir ama olmalı çünkü. ‘Ama’sız bir yaşam henüz icat edilmedi. Ama, dostunu içine gömmen ve hayata teslim etmen gerekecek, dedi. Öyle güzel bir bağa eriştiniz ki, yüzlerce yıl dahi geçse, birbirinizin dostluğunu hep içinde taşıyacaksınız böylece. Ama gündelik yaşam aranıza girerse, tatsızlaşan ve sıradanlaşan hayatlarınıza birlikte bakacaksınız, dedi. Saçma, neden böyle olsun ki, dedim. Nedenini bilmiyordum. Oysa, her zaman bir neden de vardır. Üst üste şimşekler çakıyor ve haziran ortasında bir kıyamet kopuyordu. Acele et, yağmur birkaç saate bitecek, dedi. Yağmur biterse, anın büyüsü bitecekti. An andır, dedi. An andır dedim. Dostumu, içime gömeceğim. Böylece, hep benimle kalacak ve ona kitaplardan, mucizelerden, okyanuslardan, çöllerden ve şairlerden bahsetmeyi sürdüreceğim. O bunları hep duyacak, bilecek… Bunu dostluğumuz için yapacağım. Bir dost, bunun neden böyle olması gerektiğini dile getiremese de tüm kalbiyle bilir, dedim. Öğreniyorsun, dedi. Öğreniyordum. Beynimle değil, kalbimle… Paslı makası aldım, saçımdan birlikte uzattığımız birkaç teli kestim ve sakladım. Gittiğin her yerde kalbin sana dost olsun, dedim. Kalbim sana hep dost, dedi. Minnetle… #çünküvedaedilemeyenlerebirvedaöyküsüolmalıydı Bu öyküye uyan muhteşem görsel bu siteden alınmıştır. https://www.ignant.com/2013/03/14/the-mending-project/

  1. Kübra diyor ki:

    Okurken gözlerim doldu ve hayran kaldım. Keşke benim de böyle dostluğum olsa dedirtti ama bunu biraz da düşündürdü çünkü ben onu kaybetmeye dayanamam.

    • Yeliz diyor ki:

      Sanırım kayıplar büyük dersler hayatımızda. Ben gördüğüm bir rüya sonrasında yazmışım bu öyküyü ve bir yıl sonra okuduğumda iyi ki o rüyayı görmüşüm dedim. 🙂
      Dostluklara gelince, bazen belki de en güzeli kalpte sonsuza kadar yaşayanı… Değişmeden ve saflığını yitirmeden.

  2. Reyhan Berrin Gül diyor ki:

    Eveet bana da Ķüçük Prensi hatirlatti.Öykudeki dosta veda edişteki naiflik ve gülüne kavuşmak isteyen Küçük Prensin çaresizliği…Sanki tek bir yüreğin yani İNSANIN hikayesi…Elinize sağlik…Yazmaya devam…

    • Yeliz diyor ki:

      Nasıl güzel bir yorum <3 Çok çok teşekkür ederim, harika özetlemişsiniz. En sevdiğim kitaptan izler taşıması kadar beni hiçbir şey mutlu edemezdi sanırım. 🙂 Sizin de ayırdığınız zaman ve yorum yazan emeğinize sağlık. Sevgiler yürekten...

  3. Damla diyor ki:

    Geçen gece bir rüya görmüştüm. Rüyalarla ilgili yazın geldi aklıma. Ablacım yazıyı yazalı olmuş biraz ama ben hep okuduğum kitaplarda da zamanı geldiğinde okuma isteği geldiğine inanıyorum. Rüyalarla ilgili yazılarını bitirdiğimde rüyamı sorgularken bu yazını da okumadığımı farkettim. Önce kitaptan cümlelere atıf yapıyorsun diye düşünürken akıp bitti yazı. Benim rüyam dostumla ilgiliydi ve rüyamdan dostuma veda etmekten duyduğum bir korkuyla uyanmıştım. Garip hisler içindeyim. Kalbinin güzelliğine ve yazılarının eşsizliğine teşekkürler?

    • Yeliz diyor ki:

      Canım Damla’cım,?
      okuduğunu dahi düşünmemiştim biliyor musun yazılarımı? Bu yorumu hiç yazmasan, muhtemelen hiç bilmeyecektim. Çok teşekkür ederim. Üstelik tesadüf öylesine anlamlı ki, ben artık hayatımda olmayan bir dostumla ilgili öyküsel bir rüyamı yazıyorum ve sen rüyaları okurken dostlukla ilgili bu yazıma da denk geliyorsun. Üstelik tam da rüyanın üzerine. Diyecek tek bir kelime bulamadım. Tek kelime ile sistemin işleyişi mükemmel.
      Yeniden teşekkür ederim bu tüylerimi diken diken eden yorumun için.
      Hep sevgiyle…?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.