Hint Sineması- Sefer Tası: Rastlantılar

“- Adamın bu yemekten bir lokma bile alınca sana Tac Mahal yapar.

– Tac Mahal mezar sayılır.”

35 yıl aynı kurumda çalışan bir adamı düşünün. Emekli olmasına bir ay kalmış, eşi yıllar önce vefat etmiş. Sayılarla, neşesiz, ciddiyetle ve yalnızlıkla geçen günlerin içinde ya da sonunda… Öte yandan, bu dünyada milyonlarcasının benzer duygularda olduğu bir kadını düşünün şimdi. Mutsuz, tadı tuzu olmayan bir evliliği var. O evliliği üst kattan sesini duyduğumuz mentörü sayılabilecek teyzesinin yardımı ile baharatlarla renklendirebileceğini, iyi bir yemekle eşinin ilgisini çekebileceğini düşünüyor. Anlaşılan dünya genelinde, ataerkil toplumun yarattığı, erkeklerin çalışıp para kazanırken, kadınların sadece çocuk bakıp yemek yaptığı şu sözün yaygınlığı var: “Erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer.”  Yemeklerle, kalp yolu açılmayıp sadece bir organ olarak mide dolunca, çareyi güzel tariflerde ve baharatlarda arıyor Ila. Mutfağın büyüsü baharatlar değil mi? Hele ki, coğrafya Hindistansa…  Bu arada biliyor musunuz, Hindistan’ın en büyük şehri Mumbai’da her gün 160,000 sefer tası şehirde yolculuk halindeymiş. Genellikle, kadınlar eşleri için yemek hazırlayıp gönderiyor. Bazı kişiler de bizdeki catering şirketleri gibi anlaşmalı yerlerden üyelik sağlıyor. Yani aslında, bir sektörden bahsediyoruz. Yemek saati yaklaşınca, evlerden yola çıkan sefer tasları sahiplerine bisiklet, tren gibi yolculuklarla ulaştırılıyor. Bence çok ilginç! Ama daha ilginci, sefer taslarının karışması ve bu karışıklıktan bir kıvılcım anı doğması. Hikayemiz başlıyor… Ila’nın eşi için hazırladığı sefer tası yanlışlıkla Saajan’a ulaşır. Oysa, sefer tasında, eşinin yeniden ilgisini çekmeyi umduğu baharat karışımları ve özenli yemekleri vardır. Önce birkaç kelimelik notlarla başlayan bu ilginç rastlantı, ikisinin de hayatının önemsiz ve küçük detaylarını birbiri ile paylaşması ve hikayelerini yavaşça sunması ile devam eder. İkisi de birbirinin hayatına, görünmeyen sihirli dokunuşlarda bulunurlar. Aslında, gündeliğin bu başıboş an ve ayrıntılarının iki insanı dost, arkadaş ya da sevgili olarak birbirine farklı bir bağlama kapasitesi olduğunu düşünürdüm. Film de bunu kanıtlar nitelikte. Örneğin mektuplardan birinde Ila kendi hayatının belki de en saklı perdesini aralar. Üst katta yaşayan Ila’nın teyzesinin eşi, yıllarca komada kaldıktan sonra bir gün uyanıp başının üstündeki pervaneye bakar, o gün bugün yaptığı tek şey gözünü açıp pervaneye bakmaktır. Ve pervane duracak gibi olduğunda kalp atışları yavaşlar. Öte yandan, Ila’nın eşi ise, genellikle eve oldukça geç saatlerde gelip genellikle sadece telefonuna bakar. Dolayısı ile, bir eş olarak varlığı, teyzesinin eşinden pek de farklı değildir. Filmin sonlarında Ila, “Bazen yanlış tren seni doğru istasyonda indirirmiş.” diyor. Sanki filmin özeti gibi. Ben de filmi yazmak için ikinci kez izlemeden önce, Michael Newton’ın satın aldığım son kitabını okuyordum. (Yaşamlar arası yaşam) Kitapta genellikle ruh eşleri ile ilgili bilgiler var. Orada, bu filmin hikayesine kısmen benzer bir hikaye vardı ve hipnoz altındaki denekten, kadının hayatına aniden giren ve evliliğine zarar verecek kadar etkili ikinci adamın hikayesinden şu sonuç çıkıyordu. Evli olduğu adam, birçok yaşamda da eşi rolünde hayatına girmiş olan ruh eşiydi. Aklını çelen ise, yine birçok yaşamda karşısına çıkmış ruh ailesinden bir üyeydi ve bu yaşamdaki misyonu, onun kabuğunu kırmak, onu dışarıya açmak ve hayatın daha çok içinde olmasını sağlamaktı. Görevini tamamlayıp gitmişti. Ama özgür iradesi ile seçerse ve kadın da isterse, bir gelecekleri olabilirdi. Öyle bir eşzamanlılıkla okudum ve izledim ki, sanki bu eksik öyküyü kitap tamamladı. Bir kaderimiz var şüphesiz, ama sayısız olasılığımız da var. Bazı olasılıklar, yüzde doksan denebilecek kesinlikte de olsa yüzde on değişim potansiyeliniz için her zaman hayatınızda. Ne olur kabuğunuzu kırmaktan, değişmekten, adım atmaktan korkmayın. Ila’nın hayali, Bhutan’a gitmekti -benim de hayalim olduğu gibi-. Ama hayatımızda bulamadığımız mutluluğu, başka ülkelerde arıyorsak… Oraya gittiğimizde kalbimizde olandan fazlasını bulamayacağımızı bilmemiz şart…
Nereye gideceğimi bilmiyorum. Bir yer var aslında. Kızım okulda Bhutan’da gayri safi milli hasıla olmadığını öğrenmiş. Orada gayri safi milli mutluluk varmış. Burada da olsaydı ne olurdu?
Kalbimizi bazen sertlikle, bazen şefkatle kırıp açan ve kırıldığı yerden nefes almasını, canlanmasını sağlayan, donup kaldığımızda yürümemizi, nefes nefese koşarken de düşüp yavaşlamamızı sağlayan tüm kıymetli deneyimlerin minnetiyle… Sinem’in bu güzel film hakkındaki yorumunu okumak için sizi buraya alalım. Tıkk Tıkk

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.