Giriş: Kurtlarla Koşan Kadınlar

“ve tüm sevdiklerime ve hala kayıp olanlara.” * diye başlıyor kitap. İlk okuduğumda, böylesine etkileyici bir ithaf olamazmış diye düşünmüştüm. Hala kayıp olanlara…  Kurtlarla Koşan Kadınlar’ı (kısaltmak adına sonrasında KKK diyeceğim) bir grupla okumaya Mavi Sakal öyküsü ile başladım. Böylece giriş kısmı ile çok sevdiğim ilk öykünün konuşulduğu oturumu kaçırmış oldum. Oysa, bu kitap hayatımda okuduğum en etkileyici giriş bölümüne sahipti. En az sekiz kez okumuştum ve her defasında “Bazılarının tam anlamını henüz çözemesem de, bu cümleler, bu sözler şifalı. Gözlerimden beynime ulaşıyor, orada her kaydın tutulduğu epifiz bezimde bir şeyleri uyandırıyor.” demiştim. Grupla konuşurken ise, çoğu kişinin giriş bölümünden sıkıldığını öğrendim. Aynı zamanda, birlikte okuduğum bir arkadaşım da o kısmı biraz atlayarak okumuştu. Sonra anladım ki, vahşi kadın hepimizin içinde hem aynı formda, hem de farklılıkla… İhtiyacın olan seni kendine çekecek bu kitapta. Bütünüyle saygı duyan herkesin, unutamadığı başka başka cümleleri olacak. İsterim ki, bende uyandırdıklarını anlatayım kısa kısa bu harika girişin. Vahşiye özlemle dolu musunuz? Biraz sert bir soru değil mi? Hele siz de benim gibi nezaket içinde yetişmiş, ister arkadaşlık ister gönül ilişkisi olsun, bir ilişkinin en büyük kuralının ve ölçütünün ise bu kurallar olduğunu düşündüyseniz. Durun, bu vahşilik bu tanımın dışında. Clarissa, en belirleyici tarih olarak ikinci dünya savaşını veriyor ama, aslında başlangıcı savaşların, o her şeyi değiştiren endüstri devriminin çok ötesinde. Kadınlığın kutsal olduğu, kadınların bilge olduğu, yaşam verdiği bir dönem vardı. Hemen ardından, kadın olmanın aşağılandığı başka bir dönem geldi. Kadınlığın anlamı hızlıca değişirken, toplum da bambaşka bir boyutta değişmekteydi. Adına modernleşme, kapitalizm ya da her ne derseniz deyin. Bir şey değişti. Kadının tabiatının üstü, topuklularla, şapkalarla… her toplumda farklı kisvelerle örtüldü. “…iliklerine kadar sömürülen kadınların ruhsal yaralanmalarına ‘sinir krizi’ adı verildiği; sımsıkı korselere sokulan, sımsıkı gemlenen ve sımsıkı dizginlenen kız ve kadınların ‘edepli’, ‘zarif’ görüldüğü…” İşte içimizdeki, her şeyi bilen o vahşi kadın… O gün kayboldu. Kendi içimizde, pusuya yatmış bekliyor. Tüm çabamız, tüm mutsuzluğumuz, tüm eksikliğimiz onunla bağlantıda olamamaktan. Ve yine de bekliyor. Kadınlığın doğasının benzediği vahşi bir kurt gibi… Onu bulmanı bekliyor. Şayet bulursan, onu bırakmamak için çok çetin bir savaşa gireceksin. Çünkü, onunla birlikte -yazarın da dediği gibi- yaratıcı hayatın çiçek açacak, ilişkilerin anlam ve derinlik kazanırken, cinsellik, iş, oyun döngülerin yeniden kurulacak. Ölümü, kalmayı ve gitmeyi öğreneceksin, zamanında. Hayatının belki de en durağan olduğu, rengini yitirdiği o noktada… ulumasını duyuyor musun? ve sen hala kayıp olan mısın? Öyleyse, çölde kemik aramaya hoş geldin. — d e v a m   e d e c e k– *”…” kısımlar kitaptan alıntıdır.

  1. Fazilet Zan diyor ki:

    Merhaba. Ahhh Kurtlarla Koşan Kadınlar. Ne güzellikler ile karşılaşacak acaba zihnimiz, kalbimiz bilemiyorum.Bu çok heyecan verici.Kurtlarla Koşan Kadınlar ı nasıl okumak gerekir diye düşünüp araştırırken buldumTırtılın Düşü nü.Tam da kendimi kozada gibi hissederken bu ne güzel tesadüf. Zaman lineer değil, C. Estes in dediği gibi. Birbirimize görünmez iplerle bağlıyız.Umarım ben de bu kitabı okuyup daha iyi yorumlayabileceğim bir grup bulabilirim.Saygılar,sevgiler sunarım.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.