Bir Frekans Meselesi…

Kabuslar ya sadece rüyalarımızda değilse? Biz her gün onları gözlerimiz açıkken yaratıyor sonra hayatımızın gerçeği haline getiriyorsak? Neden bazı insanlar sıklıkla güzel şeyler deneyimlerken, diğerleri bu dünyada kaçındığımız görece daha mutsuz sayılabilecek deneyimleri yaşamak durumundadır sizce? Daha şanssız oldukları için mi? Yaşamda bazı konularda birkaç adım geride olduklarından mı? Yoksa, buna inandıkları ve yarattıkları için mi? Acılara ya da mutsuzluklara tutunmak denileninden belki. Zihninizin bir radyo olduğunu düşünseydiniz, nasıl bir radyo kanalını dinlemek isterdiniz? Hüzünlü mü? Neşeli mi? Öfkeli mi? Romantik mi? Peki, diyelim ki güzel şeyler yaşamak istiyorsunuz. Kendinizi hafif ama güçlü hissettirecek, sizi hayata bağlayacak şeyler. Aklınıza ilham perileri salacak olanlar. Zihniniz bir radyo ise, öfkeli müzik yapan bir kanalda bunlara rastlayabilecek misiniz? Prem Baba’nın geçen sene okumaya başlayıp daha sonra bir süre ara vermeyi seçtiğim kitabı Acıdan Mutluluğa, aylar sonra gel beni oku dedi adeta. Ve okumaya devam ettiğim bölümde bir bölüm vardı, tek kelime ile beni benden aldı.  “Zihin bir araçtır. Düşüncelerimiz için bir geçit, kanaldır.” diyordu. “Görevimiz, onlarla tanımlanmadan, onları gözlemlemeyi öğrenmek. Onlar yalnızca geçip gitmekteler, tıpkı radyo dalgalarının havadan geçtiği gibi. Bilinçli-zihin-radyomuz genellikle birden çok frekansa ayarlıdır. Her dakika üzerinde hiçbir kontrolümüzün olmadığı, ne aldığımızı bilmediğimiz, başka bir şey yanıp söner. Bu frekanslar bize, üzüntü, nefret, coşku, duygusallık ve sahiplenicilik gibi düşünce akışlarının olduğu ağlardan mesajlar taşırlar. “ Bizse, kendimizi o an yayın yaptığımız frekansa göre tanımlarız. Örneğin, genelde sakinliği deneyimleyen ben, bu kitabı elime almadan önce öfkeyi deneyimlemiş ve kendi kendime şöyle demiştim. “Bazen ne kadar öfkeli bir insan oluyorum. Ben bu değilim, ama nadiren de olsa çok öfkelenebiliyorum. Demek ki, öfkeli bir insan olmaya çok yatkınım.” Ben kendime bu konuda yüklenirken, Prem Baba onu okumadığım altı ayın sonunda kütüphanemden bana bakıp haydi beni bir aç, sana bir mesaj var diyordu. Ve mesaj, benim sadece öfkeli olmayı deneyimlediğim ve bunun sadece bir frekans meselesi olduğu idi. Kendimi yaşadığım deneyimlerle tanımlamamam gerektiği idi her şeyin ötesinde. Çünkü, kitabın devamında diyor ki, biz kendimizi o deneyim ile eş koştuğumuzda, o düşünce haline geliriz ve tüm enerjimizi onu çözmeye odaklarız. Ama mesele o değildir. Konu öfkeden başka bir şeye geçiş yapar, çünkü frekans değişmiştir. O frekans devamlı değişecektir. Peki o zaman esas mesele zihin mi? Ta kendisi… Zihnimizi kapatmaya odaklı meditasyonlarımız, çalışmalarımız var. Ama o radyoyu kapatabilmek ve sadece belli frekanslarda tutabilmek, şüphesiz çok az insanın deneyimi ve birçoğumuzun nihai hedefi olabilir bu dünyada. Üzerine çalışmaya değecek bir hedef. Esas heyecanlandığım kısma henüz gelmedim desem? 🙂 Beni çok heyecanlandıran bölüm aslında bundan sonrası idi. Düşüncelerin kaynağından bahsediyordu. Biz o frekansta olduğumuzda, bu düşünceler bize geliyorsa, onların kaynağı ne, nereden geliyorlar? Hepsini biz mi üretiyoruz? Bu gerçekten mümkün mü? “Onlar gezegende dolaşmaktalar. Zaman zaman kendiniz de düşünce üretirsiniz ama çoğunlukla hali hazırda var olan düşüncelere, altlarındaki dünya görüşü ve ürettikleri duygular ile birlikte kanal olursunuz. Belirttiğim gibi, dünyanın rolü acıyı işlem altına almak ki bu da acıya neden olan düşünce ve fikirleri dönüştürmek manasına gelir.  Dediğimiz gibi, güneşin altında yeni bir şey yoktur. Bir kişinin yeni bir fikir veya düşünce üretmesi çok enderdir. İnsanlar kitap yazdıklarını, ev inşa ettiklerini veya şarkı bestelediklerini düşünebilirler ama tüm bunlar bir şeylerin üzerlerinden geçiyor olmasıdır. Kişi gerçekten anda olmadığı sürece,yaratamaz. Yaratım, eril ve dişil birlikteliğiyle gerçekleşir ve bu da yalnızca anda oluş aracılığı ile gerçekleşen birlik halinden tezahür eder, radyo kapalı olduğunda.” Bazen aklıma işimle ilgili bir fikir gelir. O kadar büyüleyicidir ki, kalbimin çarptığını ve hemen uygulamak istediğimi bilirim. Ama ben onu uygulayana kadar hemen arkasından yeni bir fikir gelir ve sonra da yepyeni bir başka fikir. Belki de, yıllardır reiki gibi çalışmaların içinde olmam, beni radyonun frekansının ilham ve yaratıcılıkla dolu olan o kanalına fazlasıyla adapte etti. Onu benimle aynı işi yapan diğer insanlara göre naçizane -ve sanırım- daha yoğunlukla deneyimledim. Daha birkaç yıl öncesinde dahi, şunu hissetmiştim. Bir şekilde onlar bana geliyorlardı ve ben uygulamaya geçmediğimde aylar sonra bir başkasında karşıma çıkıp üzülmeme neden oluyorlardı. Hatta daha geçenlerde altı ay önce zihnime ve kalbime düşmüş ama bir türlü uygulama fırsatı bulamadığım bir fikri, bir başkasında gördüm ve içimde bir burukluk oluştu. Fikir bana gelmiş ama ben onu yeşertememiştim. Zihnimde başka başka o kadar çok şey vardı ki, ertelemiştim. O da ona değer verecek başka bir zihne düşmüş ve uygulamaya dönüşmüştü. Halil Cibran’ın bir sözü özetliyordu bu durumu: “Yarattığın eser (enerji) senin yaratımın değildir, sana gelen bir eserdir (enerjidir).” Bu konu hakkında okumalara doymadım derseniz, inanın bu yazıyı doğrular nitelikte bir yazı var. Nil’in oğluna yazdığı ve dillerden düşmeyen bir şarkısı oldu biliyorsunuz. “Karanlıktan gelecekler / Kalbini delecekler/ Sarı sarı dişleri olacak/ Sivri pençeleri olacak…” İşte o şarkının geliş hikayesini Nil bu linkte anlatmış. Bir okuyun, belki siz de Prem Baba’ya hak verir ve frekanslarınızı daha farkındalıklı bir yaşam için ayarlarsınız belki. Tıkk Tıkk Sevgiyle…

  1. Seda diyor ki:

    Yeliz’im bayıldım çok akıcı ve guzel yazmışsın .. Aynısını bende hissediyorum bazen aklımdaki düşüncelere yetişemiyorum farklı kisiler yapınca garip oluyorum ama olsun elbet yeni fikirler gelir diyorum ( eskiden çok kıskanırdım ama? )

    • Yeliz diyor ki:

      Seda’cım, ne güzel yorumunu okumak, çok teşekkür ederim 🙂
      Evet, aslında o kanal herkeste açık. Sadece zamanında okumak ve adım atmak konusunda ödevlerimiz var sanırım 🙂
      Ne güzel aynı kanalda olmak. Sevgiyle… <3

  2. Gügü diyor ki:

    yuregine kalemine saglik ne dusundum istedim biliyormusun sen hep yazsan bende hic bitmesin okusammm oyle iyu geldi ki seni dusundum su an ve tirtila geldim.. Premden korkmayayim ve okuyayim tatile yanima alayim vakti gelmis…

    • Yeliz diyor ki:

      Prem’e bir şans ver Gügüm. Şu anda her yerde ondan alıntılar dolaşıyor. Ama bir sır vereyim: kimse kitabı okumuyor 🙂
      büyük haksızlık :))
      Teşekkürlerin en güzeli benden sana ❤️

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.