Tuhaf Denklem

Fantastik adını verdiğim bu hayatı oldukça tuhaf bir denklemin içinde buluyorum bazen. Hemen “daha yüksek bir bakış açısını seç” uyarısını yapıyorum kendime. Bazense, kusura bakma canım, diyorum. Bugün biraz dümdüz bakacağım konuya, hatta dümdüz bakarken içimi hafifleten küfürler de edeceğim, buna da ihtiyacım var, diyorum.

Mesela, o denklem, sorular sorduğumuz, neden bunu yaşadığımızı irdelediğimiz, altından inciler çıkardığımız o denklem tuhaf işte bazen.
Hayat yaş ve dönemimize göre tema tema. O temalarda onlarca iyiye gidecek konun var aslında, ama birkaçı oldukça iyi diyelim, en azından hayatta bir ortalama var mıdır bilmiyorum ama ortalama varsa da ortalamanın üzerinde hani. (Küçücük bir selam vereyim hayata “Anlamsız ortalama” adını veren Turgut Uyar’a) Sürpriz beklediğin onca konu varken, sürprizler senin en iyi gidiyor dediğin noktasına gelir ya hayatının. Sürpriz demişken, iyiliği de göreceli hani. Bir cisim yaklaşır ve üzerine konar öyle diyelim. Mesleğini çok seviyorsundur mesela, iyi de gidiyordur hani, ama bir de bakmışsın işin, alanın değişmiş. Yol seni bambaşka bir yere çıkarmış. Mümkün mü? Mümkün.

Ya da en dikkat ettiğin konuda, müthiş hataların olur bazen. O da mümkün.

Çok istiyorum dediğin en korktuğun şey olabilir mesela. Ya da asla olmamasını istediğini sandığın bir şey, belki gizlice en çok istediğindir, kim bilir.

Birini çok sevebilirsin. Sonra hiç sevmeyebilirsin de. İkisi arasındaki süre ışık hızı da olabilir.
Bir günde bir hayata sığacak kadar dönüşebilirsin. Hiç dönüşmeden geldiğin gibi dümdüz ölmen de mümkün, milyonlar gibi.

Çocukluğundan beri evlilik hayal eden biri olarak, hayatının sonuna dek tek başına dünyayı gezebilirsin.
Dünyayı gezmek için yanıp tutuşan biri olarak üçüncü çocuğunu da doğurabilirsin.

Kendimizi çok kolay anlaşılacak varlıklar olarak görmek bazen bir hata mı?.. Sadeleştiğimizde ve sadeleştirdiğimizde her şey o kadar o kadar basit ki, hayatı ve kendimizi yorumlarken basitlikten bahsetmek normal sanki. Doğ, oku, günde iki üç öğün yemek, birkaç litre su, çoğunlukla hiç sevilmeyen bir iş, başta çok sevilen sonra rutine yenik düşen bir eş, birkaç çocuk, ilk kayıplar, hastalıklar, sonunda herkesin gittiği bir toprak. Ama o basitliğin içindeki kompleks yapı. Duygularımız, zaaflarımız, kendimizden oldukça eminliklerimiz, kabuklarımız ve şükürler olsun ki o kabukları kıran felaketlerimiz.

Her şey olabilirse eğer, her şey insan içinse, düşmez kalkmaz olan biz değilsek… Olmamam gereken tek şey yargıcı olmam kendimin ve başka hayatların. Bunu en iyi anladığım dönem bu hayatımda.
Ve hala bazen zorlandığım, ne saklayayım.
İyi ve kötü olmadığını kabul edebilmek mesela. İyinin ve kötünün aynı enerji olduğunu idrak edebilmek.
Ya da bir Mevlana cümlesi;
“İyinin ve kötünün ötesinde bir yer var, seninle orada buluşalım.” diyebilmek.
Sadece kendi içinde aramak olanı biteni. İşim gücüm kendimle diyebilmek.
Ama rahat da bırakabilmek yine kendini mesela. Bir kahve içimlik zamanın keyfini sürebilmek dünya yanarken bile.
Kendi hayatına koyduğum etiketlerden sıyrılabilmek. Hiçbir şeyin “Bu artık tamam.” olmadığını bilmek.
O telefonu bazen açmamak. Bazen gün boyu sadece kendinle konuşmak. Bazen de tavanla…

Esnemeyen kırılır, der hayat. Bense yılın son günlerinde kendime şu cümleleri kuruyorum. Dans etmeyen dağılır, savrulur.
Belki bunca zaman anlamadığımız, hayatla dans etmektir.
Dansın içinde, canlılık vardır, ritim, uyum vardır. Dünyayı güzelleştiren müzik vardır hiç çalmasa bile kafanın içinde.
Karanlıkta Dans’ı izlemiş miydiniz? Ağlamaktan içimin çıktığı o filmde unutamadığım birçok sahne… Karanlığın içindeki hayatın ritmi ve ona kapılan Björk.
Her şeyi bu kadar net görmekten mi dansı ve ritmi kaçırışımız.

Yıl biterken, iyi bir öğretmendi diyorum.
En güvendiğim noktalara geldi. Bazen en karanlıklarıma.
Tüm algımı değiştirdi. Ters yüz, bazen yerle bir etti. Daha da dur dedi. Dur canım, bunlar minicik tanıtımlardı.
Bu kadar önemseme kendini diyor biterken de, ama buna rağmen çok önemseyerek de yaşa.
Dans et. Dans etmezsen benimle, kırılacaksın.
Bir gün coşkulu, bir gün dramla. Her anın bir ritmi var, hiçbiri birbirinin aynısı değil. Sen ritmi yakala ki canlı kalasın. Duyguların gelip geçer, ritimdir kalıcı olan. Ve tutmaya çalıştığında kaçar dansın keyfi.
Bak çevrene ve biraz da içine. Dünya ölülerle dolu.
Yaşayan ölülerden kork illa bir şeyden korkacaksan. Ki sen de onlardan birisin bazen.
Sıcak tut kalbini, serin tut zihnini.
Şu kısıtlı zamanın, o zamanın minik hediyelerinin, bir çiçeği koklamanın, bir kar tanesini gözlemleyebilmenin, sabahları bergamot kokulu bir çay içebilmenin kıymetini bil.
Yeterince şükretmiyorsan, şükret.

Sonrası, ters yüz de olsa inan ki güzellik.
İşte inanmayı seçtiğim gecelerden biri…

 

  1. Meltem diyor ki:

    Yine bir solukta okuduğum mukemmel bir yazı ? hayatın ritmine eşlik etmeyi hatırlattığın için de bin teşekkür ? şimdi yazdıklarını özümseyip sonra dönüp tekrar okuma zamanı. Iyi ki varsın Yeizim ?

  2. Beyza diyor ki:

    ”Ve tutmaya çalıştığında kaçar dansın keyfi”?
    Tutunmadan yaşamaktır belki de aslolan. Yine çok güzel bir yazı olmuş. İçinize sağlık.

Meltem için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir