Theta Healing: 12- Bir Güne İki Hikaye

Ne bereketli ne hikayeli günmüş dediğinizi duyar gibiyim. Adeta gökten hikayeler yağmış evden şemsiyesiz çıkan Yeliz ve Gökmen hepsini bing bing toplamış 🙂 Gerçekten de öyleydi. Ve hikayenin ikincisi beni nedense o kadar etkiledi ki, onu sakladım. Paylaşmadım. Evet, kahveler hazır mı? Önce birincisini okudunuz mu? (Buradaydı) Hadi başlıyoruz. Atina’daki en yakın arkadaşım Sofka der ki: “Yunanlılar için kahve, yavaş yapılan ciddi bir iştir.” Ben de genelde kahvemi soğutarak ve sonra da tek dikişte içerim. Ama çevremdeki herkes, o kahve bekleterek içilirse öldürecekmiş gibi hissedip bir hamle ile içiverir. Bu nedenle, kahve benim için yavaş yapılan ciddi ve yalnız bir iştir genellikle. Bir önceki yazımda anlattığım köklenme maceramız üzerine, önce en politik ve renkli, sonra da Atina’nın en tekinsiz semtlerinde dolaştık. İnanın, tekinsiz dediysem tekinsizdir. Teknik Üniversitesi’nin oldukça alt kısımlarından, sınıfsız otellerinden ve adeta polisin girmediği yerlerden bahsediyorum. Bu konudaki işareti henüz çözemedim, ama güzel bir restoran arayışıyla yola çıkıp (çünkü açlıktan ölüyorduk) yanlışlıkla oraya girip sonra da içgüdülerimizle sokakları seçip çıkamamızın, sonrasında gerilmemizin (çünkü açlıktan ölüyorduk) bir nedeni mutlaka vardır. Ben bir yandan kendimizi güvenlik çemberine alıp yürürken içimden bir de Nilgün Marmara şiiri okuyordum. (Çünkü şiirler hafızama sakin doğa yürüyüşlerinde ya da romantik anlarda geleceğine, hep olur olmaz zamanlarda gelir.) “…Yine de, zaman kedisi pençesi ensemde, üzünç kemiğimden çekerken beni kendi göğüne,  bir kahkaha bölüyor dokusunu düşler marketinin, uyanıyorum küstah sözcüklerle:  Ey, iki adımlık yerküre senin bütün arka bahçelerini gördüm ben!” Ey iki adımlık Atina, senin bütün arka bahçelerini gördüm ben! Ve yine de sevdim bak, yine de sevdim seni dönmek istemeyecek kadar… diye konuşuyordum Arapça yazılı levhaların arasında. Oralarda, foursquare puanı güzel bir restoran bulamadık, hatta restoran bulamadık. Şaşırtıcı olmasa gerek. Ve her zamanki sevdiceğimize doğru yürürken bulduk kendimizi. Canım Plaka! Atina’nın en canlı, en piyasa, en tatlı yeri… Aç kapını, açken kendilerine kendilerinin bile yaklaşmaması gereken abla kardeş geldi! Güzel bir restoran bulup oturmuştuk ki, bizim kızların da yakın bir yerde yemek yediğini öğrendim. Yemekler bitince buluşalım dedik, ama buluşmamıza beş dakikalık mesafe kala bizim şarjımız bitti ve son sözüm, şarjım bitiyor, yarın görüşelim oldu. Gökmen’le Plaka’nın ara sokaklarında merdivenlerine yerleşen kafeleriyle ünlü bir sokağına geldik. Burası çok tatlı bir yerdi, biraz Fransız Sokağı gibiydi ama en önemli farkı, sıkış tepiş olmaması, insanların yastıklarla merdivenlere tünemesi, saatlerce sadece 4 euroluk bir kahve içip oturabilmesi idi. Soğukmuş aldırmadan Gökmen’le dışarıda bir masaya oturduk Yiasemi’de. Ve 2 double Greek coffee, dedik. Artık, seninmiş o kahve benimmiş, geçtik oraları. Emin olduğumuz bir şey vardı; coffee is coffee. Yeterli. Ben birkaç fotoğraf çektim, ardından her şeyi bıraktım ve bilmem izlediniz mi o filmi ama 25. saate geçtim. 25. saati bilmeyenler için anlatayım. Engin Günaydın’ın bir filminde geçiyordu 25. saat: “Siz hiç 25. saatte yaşadınız mı? Ben 25. saatte yaşamasını çok severim. 25. saat neresi diye merak ediyorsanız, tarif edeyim. Kalabalığın içinden geçerken birden durun. Kalabalığı görebileceğiniz bir yere geçin. İşte 25. saattesiniz.” Tam önümde bir çift vardı. Ben ilk oturduğumuzda garsonu 10 dakika kadar beklemiştim. Gelmeyince içeri girip ilk gördüğüm garsona menüye gerek yok, 2 sade kahve istiyoruz, diyerek geri oturmuştum. Sonra 10 dakika sonra yanıma bir başka garson gelmişti ve ben şaşkınlıkla, ben siparişimi verdim kahvemi bekliyorum, demiştim. O da hayır siz sipariş vermiş olamazsınız, çünkü dışarıda sadece ben sipariş alırım, demekteydi. Yani, kendi garsonumu beklemem gerektiği için içerideki garson beni sadece dinlemiş ama siparişimi almamıştı! Yani, yavaşlaydı anlamı. Burada, biz işleri ciddi yaparız, hız kesen bizim ikinci adımızdır, yavaşla. Peki, bekleriz ne yapalım. O çiftin yanına, yarım saate yakın bir süre, garson menü için bile uğramadı. Ben ceket ve eldivenlerimle otururken, onlar montlarını çıkardı ve uzun uzun öpüştüler, konuştular. Onları neşeyle izledim. Aşk tanımı karşımdaydı. Kahvemi içerken arkamdaki kızlardaydı kulağım. İlk kez buluşan ve birbirleri hakkında çok az şey bilen, ama kesinlikle birbirine değer veren iki arkadaş gibilerdi. Saatlerce, ama saatlerce, bir kez bile telefonlarına bakmadan (telefonları bile olmayabilir, o denli anın içindeydiler) öyle derin bir sohbetin içindeydiler ki. Ben gözlemciydim, 25. saatteydim ama onlar beni göremezlerdi, başkalarını duyamazlardı, soğuğu bile hissetmezlerdi. Andaydılar. Aklıma, şimdi İsveç’te yaşayan, çok sevdiğim bir arkadaşım geldi; Ayşegül. Sevdiklerimin çoğunu bırakıp geldiğim İzmir’den sonra, İstanbul’da onu bulmuş olmam, bu şehrin bana en büyük katkısıydı. Ve o benim, asla telefonlarımıza bakmadan, bir keresinde akşam yedide başladığımız yemekte konuşmaya başlayarak ardından eve gelip akşam dokuzdan sabah dokuza kadar aynı koltukta, neredeyse tuvalet için bile yerimizden kalkmayarak hayat ve tüm diğer konular hakkında, 3. şahıs olabilecek kimsenin ya da düşük enerjili herhangi bir varoluşun ismi dahi geçmeden, evrenin ve hayatın derinine dalıp incelediklerimi anlatabildiğim, beni yargısızca dinleyen ve yorumlayan ilk kişiydi belki de. Bu etkileşimi bir kez biriyle yakaladığınızda, arkadaşlık/dostluk tanımınız öyle genişler ve aynı oranda daralırdı ki. Biliyordum. Tipik bir akrep olarak, o kızlara bakarken, özlem tatlı/acı bir his bıraktı içimde ve o ikisi adına çok mutlu oldum. O an, o sokakta tanık olduğum bu iki ikilinin, belki de en değerli kavramlardan ikisini içselleştirdiğini ama bunun belki farkında dahi olmadıklarını düşündüm. Bense şansımı içimden tanıyordum, dna’mdan… Kardeşlik. Bir eksiğimiz vardı, kız kardeşim bize son 3 gün eklenecekti, erkek kardeşimse en başından beri bu ilginç ve mistik dünyanın içinde benimleydi. Üçümüzün enerjisi hayat boyu birlikteydi ve bu öyle önemliydi ki… Gökmen’le bu arada iki cümle ederken, bir kadın bana dikkatle bakarak hızlıca içeri geçti. O da bende bir şey yakalamıştı, birkaç saniyelik bir zaman diliminde birbirimizi fark etmiştik. Bu esnada, telefonumu şarj için verdim, geri geldi ve gruba yeniden konum atıp “Tatlı bir bölgedeyiz, keyifli. Yakınsanız gelsenize”, dedim. Kahvelerimizi içince, yeterince üşüdük hadi kalkalım diye düşündük ve hesabı ödemek için içeriye girdik. (Bir yarım saat de hesabın gelmesini bekleyemezdik.)  Taştan bir şömine yanıyordu en uç kısımda. Gökmen’e hadi iki dakika ellerimizi ısıtalım, dedim ve şömineye gittik. Ellerim karanlıkta ateşin içindeyken, şu anda kesinlikle hatırlamadığım birkaç söz geldi aklıma ve Gökmen’e dedim ki “Ellerimin ateşe uzandığını gösteren bir fotoğraf çeker misin?” ve Gökmen çekti. Karanlık olduğundan birkaç tane, olmuyordu, sonunda bir flaş patladı, bizim görmediğimiz ama şöminenin diğer yanında duran az önce bana bakan kadının tam gözüne girdi. Ve ben çok utanarak özür diledim. İlk sorusu “İstanbullusunuz değil mi?” oldu. Sizi dinledim yanınızdan geçerken birkaç Türkçe cümle duydum, Türkçe’ye ilgim var, dedi. Ve biz sohbete başladık. Aramızda bir masa vardı, o şöminede kestaneleri pişiriyordu, üzerinde kolsuz yeşil bir elbise ve ince bir şal vardı, ayakkabılarını çıkarmış yalın ayak oturuyordu. Ben atkı bere ve kabanımla şöminenin alevinden yanarak ayakta, bir başka masadaki müşterinin tepesinde, konuştukça konuşuyorduk. Neredeyse yarım saat. Ben theta eğitimi için Yunanistan’da olduğumdan bahsettim, o thetayı anlamak istedi. Ben anlatmaya çalıştım, ama çok da kendimi zorlamak istemediğimden genel bir çerçeve çizip bıraktım. Biraz atalardan, biraz burçlardan konuştuk ki bu konuda çok iyiydi. Gökmen’e bakar bakmaz “O bir akrep erkeği” dedi. “Evet” dedim. “Üstelik yükselen de akrep!” “Çok zor, çok zor “dedi durdu. Sonra gülümsedim, ben de akrebim, dedim. Yansıttığın enerji farklı, dedi ve onu zorlamadan yükselenimin yay olduğunu söyledim. Bilirsiniz ki, yükselen bizim imajımız ve giysimizdir. Bu sohbetin sonlarına doğru başlarında dikildiğim masa kalktı. (Nezaketsizlik üzerine nezaketsizlik yapmaktaydı.) Ben de Mary’e sohbeti için teşekkür ettim ve mekandan ayrıldık. Sokağın merdivenlerinden üç basamak inmemiştim ki, ne göreyim! Bizim ekip tam evlerine dönüş yolunda mesajımı görmüş ve merak edip dönüp gelmiş. Ve tam çıktığım an Yiasemi’nin önüne yaklaşmışlar. Tabii beni arayıp durmuşlar ama şömine başında telefonu da duymamışım. Sanki tam saniye, sohbeti bitirip onları bulmaya çıkmışım! Geri döndük ve başında dikildiğim için boşalan masaya oturduk, Mary de arka masadan sohbetimize katıldı. Gece birden bambaşka oldu. Theta’nın ne olduğunu daha net bir şekilde anlattık. Bu konu gerçekten çok ilgisini çekmişti. Ve hiç belli etmese de, bence Mary bir psişikti. Mary’i masamıza davet ettik. Bu geceyi unutmamak için birkaç fotoğraf çekildik. Ardından, Belgin abla, Sevim, Azize ve ben, Mary’nin alanında tarama yaptık ve gördüklerimizi anlatmaya başladık. O an, gerçekten şaşırdığı ve gözlerinin dolduğu andı. Geçmiş anıları üzerine biraz konuştuk. Genelde, ilk kez tanıdığın bir kişiye, kişilere içini açmazsın. Ama bazen ruhun şifa isteği öyle güçlüdür ki, prensip dinlemez. Akar ve gider. Gecenin sonrası, gecenin şifası bize kalsın. İlk başta, neler yaptığımız konusunda oldukça septik davranan ve eliyle tutmadığı hiçbir şeye inanmayan Gökmen bile, bu kadar zamanda oldukça değişmişti aslında. En son, şimdi ne olduğu sürpriz olsun ama çok enteresan bir konuda “Evet, bence de mümkün olabilir.” diyordu 🙂 Bakın, bu ciddi bir değişim 🙂 Şaka yapmıyorum 🙂 Arada “Bu bir işaret bak abla” dediği de oluyor, ama bu hali şaka mı ciddi mi henüz anlamadım 🙂 Bazen ruhsal bağlantılarımız tam o noktada aktive oluyor. Bazense sadece bir başkasına şifa olmamız gerekiyor ve belki yıllar sonra yeniden görüşeceğimiz ya da hiç görüşmeyeceğimiz, bir gecelik bir paylaşımla noktalayacağımız bağlantılarda, ruh talep ediyor ruhundan. Geriye 20 yıl geçse bile anlatılacak hikayeler kalıyor. Biz, o gün, o gece o hikaye olduk. Çünkü artık biliyorum, herkesin, her günün, her gecenin bir hikayesi var anlatılmayı bekleyen. Ve insanlar birbirlerini en çok hikayelerinden sever bu dünyada, zaten geriye de sadece onlar kalır bizden. *Beni çok yakinen tanıyan ve sevenlerden, yanlış yapıyorsun, bu şekilde apaçık yazmamalısın. Çok ortada ve çok ulaşılırsın, yaşam enerjin tükenecek, seni taklit edecekler, insanların çoğu sadece birini bir konuda otorite olarak ulaşılmaz bulmak ister, diyenler oluyor. Bunu zarar görmemem adına söylediklerini biliyorum ve belki haklılar, zaman gösterecek. Ama ben asıl gizemin, gizemli durmak değil, gizemin kendisi olmak olduğunu anladım, gizemin kendisi olduğumu ve hayatın ve diğer insanların da bundan fazlası olmadığını anladığımda. İnsanların, yapmacık davranamayacağı tek konudur içtenlik. Kalbi karanlık olanlarda, içtenlik çabası da eğreti durur. Kimse bir yarışta değildir bu dünyada, yine de bana kalırsa, deneyim gezegeninden ayrıldığımızda, Kaf dağının ardında herkese ulaşılmazlıktan bakanlar değil, yüreklerde hikayeleri yankılananlar hatırlanır.* 

  1. Hülya Gülen diyor ki:

    Harikasın ablacım. Tam kahve yapmıştım ki senin yeni yazın mail geldi. Açtım okudum. Yine kalbinin güzelliği, saflığı ve gerçekliğin beni ne kadar sevindirdi anlatamam. Yürüdüğün bu yeni yol sana daha da güzellikler katacaktır. Eminim buna Yelizcim. Ben ise seni tanıdığım için o kadar şanslı hissediyorum ki kendimi anlatamam. Seni her zaman okumaya devam edeceğim çünki aynı hislerdeyiz ve aynı çizgideyiz. Ve seni yüreğime koydum yerleştin oraya haberin olsun. Sağlıcakla keyifle kal ablacım. ??

    • Yeliz diyor ki:

      Hülya ablacım, ne güzel bir yıl oldu 2017, seni tanımamı sağladı. Sen de benim için en güzel yerlerinden birindesin kalbimin.
      Okunduğumu, desteklendiğimi bilmek harika.
      Çok teşekkür ederim bu güzel desteğin için.
      Sevgiyle kucaklıyorum seni…

  2. Gülçin diyor ki:

    Kahveleri hazırlayın dedin ya bi önceki yazıyı okudum 12. Yazı için ise kahvemi hazırlayıp okumaya koyuldum.. ne güZel nasıl akışta ve nasıl içten yazdıkların hakikaten parlıyorsun.. yemi yıldan sonra görüşmek üZere sevgilerimle

  3. Berrin diyor ki:

    Ben de sanki biliyormus gibi kahvemi yapip Instagramdan haberini aldigim son yazilari okumak uzere telefonu elime aldim.Ve keyif yolculugum basladi.Kahveyi ben de sogutarak iciyorum,ama yavas yavaş.Her iku yazi boyunca bana eslik etti kahvem ve okuduklarimin tadini çikardim.
    Ben 33 yasimda da enerjisi yuksek biri olmadim.Dikkat! Spoler içerir….Şimdi 53 yasimda daha da low energy ile yasiyorum.Ama gelin gorun ki bu theta beni cok heyecanlandiriyor.Sanki hem gecmis hem de gelecek uzerinden bir baglantiyi herhangibir baglanti degil ama şifali bir baglantiyi bu sayede kurabilirim duygusu var icimde.Haksiz miyim?
    Yakinlariniz in uyarilariyla ilgili olarak sanki biraz kulak verseniz demek istiyorum. haddim degil belki bilmiyorum. Diger taraftan o ictenliginiz öyle iyi geliyor ki bana, bazen gozlerim dolarak okuduklarimi çok seviyorum.Yalın bir ictenlik var sizde.”Kendinizde olanı bende goruyorsunuz” demeyin.Bu başka bir sey.Bir durum tespiti diyelim. Yeni yazilarinizi dort gozle beklyorum
    Bu arada instagramda dm den egitimle ilgili bilgi alabilirsem cok sevinirim
    Sevgiler,

    • Yeliz diyor ki:

      Haklısınız 🙂 Hem de çok haklısınız. Kendimizle ilgili bir konuyu şifalandırdığımızda, aslında geçmişi de şifalandırmış ve geleceğe de daha bugünden şifalanıp olasılıklarını değiştirmiş oluyoruz. Şifa, anda saklı. Dönüşüm, anda saklı.
      Ayrıca, çok güzel ifade etmişsiniz. 🙂 Çok teşekkür ederim. O yalın içtenlik hissedildiği sürece, bence bütün risklerine değer.
      Bir de eskiden, 40’lar, 50’ler gözümüzde çok büyük yaşlardı. Artık, hiç öyle değil. Bu dönemde, bu konu üzerinde sık sık konuşuyorum çevremdekilerle. Ruhun zamansızlığı ve artık bunu hissedebiliyor olmamız harika bir şey.
      Dilerim, en kısa zamanda görüşme şansımız olur.
      Sevgiler yürekten…

  4. Seda G. diyor ki:

    Daha kahve olayını okumadan, koca bir kupa hazırlayıp oturdum ve 2 hikayeyi birden okudum! Kahvem soğdu ?
    Veeee ? bu içtenlik olayına gelince, sanırım bende aynıyım. Ne olacak ki diye samimiyim ve iyilik güzelik bırakalım her yere şeklideyim ama iyi mi yapıyoruz kötü mü bilemiyorum. Bazıları bu halime safsın diyor bazısı ise daha sert ama huy bu değil mi? Değişmeli mi ki? Senin enerjin güzelse ve bu içine sığmıyorsa bence gizleme ama kendine bir koruma kalkanı mı yapsan? Yani olabilir mi yapılabilir mi… saçmaladım mı ?

    • Yeliz diyor ki:

      Seda çok tatlısın 🙂
      Yapılabilir tabii ki, aslında kişi kendisini arındırıp güçlendirdikçe negatif tesirlerin ona ulaşması çok daha zor olur. Belki içtenlik devam etmeli ama o kısma daha yoğun çalışmalı. “Bana hemen nazar değer.” dediğimizde, hemen nazar değmesi örneğin. Bakış açımızı, bana nazar değmez olarak değiştirdiğimizde, belki nazarı yok sayamayız ama yine de nazar ilk ifadeye göre çok daha az tesir eder bize. Bir ara bu konulara bakacağım kendimde 🙂
      Sarılıyorum sana kocaman.
      Sevgiler…

  5. Meltem diyor ki:

    BU aralar her şeye çocuksu bir merak ve coşkuyla yaklaşıyorum, her gördüğüme, duyduğuma, okuduğuma bana anlatmak istediğin nedir diye yaklaşıyorum ? ve bu yazıyı okurken sonlara doğru farkında olmadan elimi telefonun üzerine uzun tuttuğumu ve bazı kelimelerin seçildiğini fark ettim ve rastgele ya da ‘değil’ şu cümle ortaya çıktı;

    “çünkü kendi gezeninden hatırlar”

    • Yeliz diyor ki:

      Çok etkilendim, gerçekten çok etkilendim. Acaba bu mesaj sana mı bana mı? Gezegenler konusu karşıma çıktı defalarca, az çok bilgim var ama mesajın hangimize ulaştığını yine de çözemedim 🙂
      Bizi yöneten o çocuksu merak! Dilerim hep seni en yücelerine sürüklesin ve uçursun <3

    • Yeliz diyor ki:

      Zaten bir anda iki yazı paylaşıp sonra bloğa on gün giremeyerek kendime de hikayeme de haksızlık yaptım 🙁
      Ama heyecanla okunmak çok güzel bir duygu Suzan’cım <3 <3 < 3

  6. Gulay Sahin diyor ki:

    Arkasi yarın gibi okuma hazzindayim her gün yazsan her alsam bir kuple okusam… okusak… gerçek gönlün ve mabed bedenin iyiki iyi ki var ve iyi ki bu deneyimde bir olduk bir geldik.. heyecanla egitimi bekleyen sadık öğrenciniz olarak bence kocaman bir kitap hak eden kelimeleri de sıraya almalisiniz güzel gülüşüm güzel düşüm

    • Yeliz diyor ki:

      Gügüm, sana öğrencim diyebilmek, bak inan ki yapabilir miyim bilmiyorum. Bence öğrenci öğretmen değil Yeliz Gülay olalım daha rahat öylesi. Çok heyecanlıyım. Seni çok seviyorum.

  7. Gül AYMUTLU diyor ki:

    Güzel Yeliz ….

    Ellerine emeğine sağlık ….. Küçükken çekirdekleri kabuklarından çıkarıp sabırla avucumda biriktirip hepsini birlikte yiyeceğim heyecanı yaratmak gibi son bir kaç yazını “oh biriksin biriksin mis gibi keyifle uzun uzun okurum” diyerek biriktirmiştim 🙂 Şimdi kahvemi çikolatamı aldım kapımı da kapattım misler gibi okudum …… 🙂

    O zaman ne zaman bilmiyorum ama bir gün bu sayede kesişecek yollarımız ….

    Sevgiler … Rüyalarıma gelmen dileğimleeee 🙂

    Gül

    • Yeliz diyor ki:

      Biliyorum, biliyorum. Ben hala bana yazdığın ilk rüyanı unutmadım.
      Hala düşündükçe çok heyecanlanıyorum. Bir yerlere çıkıcaz seninle, Eiffel kadar güzel. Ve kapılar açılacak önümüzde. Bu da burada kayıt olsun.
      Ben onun kutsal zamanda olacağına inanıyorum. O zamanı bekliyorum.
      Teşekkür ederim okuduğun için hepsini demlenerek.
      Sevgiler…

  8. hüsniç 58 diyor ki:

    yelizi m yeni yeni okuyup algılamaya başladım içime çekerek …. zira bazı hislerin eksikliğini hissetmeye başladığm da tercuman oldun bana 60 yaşında bir anne ye bu güzel duyguları yaşattığın için çok teşekkürler…. iyiki varsın öğrenilecek çok şeyim var hikayen de kahraman olmayı umarak…..sevgi ve ışıkla….

    • Yeliz diyor ki:

      Hüsniye teyzecim, nasıl mutlu etti yorumun beni. Şifa olsun her bir kelime. Ben teşekkür ederim sana, zaman ayırıp okuduğun ve bir de yorum yazdığın için.
      Yürekten sevgilerimle…

Gül AYMUTLU için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir