Nehrin Altındaki Nehir – Rio Abajo Rio-

Kurtlarla Koşan Kadınlar’ın(KKK) İlk Öyküsü

La Loba ya da Dört Haham üzerine bir akış…

Son bir yıldır, kadınlarla, nehrini arayan kadınlarla, deneyimlerden konuşuyoruz. Buraya ait olmadığını düşündüğümüz deneyimlerden. Sanki tavan arasında, minik bir çatlak oldu da ruhlarımız salınıyor artık özgürce yukarılarda. Ama başka tavan araları var mı? Bilemiyoruz. Dahası, ya o tavan arası… Minik bir çatırdı hep zihinlerde, bazen bir gülüş. Ne oluyor, ne değişiyor benliklerimizde… Buraya yalnız geldim, bu yola oldukça yalnız ve kalabalık duygularla çıktım. Her adımda korkarak. Sıkılmış, bıkkın ve biraz ürkektim. Sonra yaz dedi bir ses. Sen yalnızsın. Ama başkaları yalnız olmak zorunda değil. Sonra, bu kararı verdim. Kendi sessiz çığlığımdan yola çıkarak, Tırtılın Düşü’ne başladım. Bunun hikayesini de en başta, burada anlattım. Ve aslında, şimdi yazacağım bu yazı, en çok ilk yazılarımdan biri ile ilgili. Önce onu okur musun? (Tık) Clarissa buyurmuş ki; Eski anatomistler, işitme sinirinin beynin derinlerinde üç ya da daha fazla yola ayrıldığından söz ederlerdi. Bu yüzden, kulağın üç farklı düzeyde işitecek bir yapıda olduğunu tahmin ediyorlardı. Bir yolun yeryüzündeki dünyevi konuşmaları işittiği söylenirdi. İkinci bir yol öğrenmeyi ve sanatı anlıyordu. Üçüncü yolu ise ruhun kendisi burada, yani yeryüzünde iken, yüce rehberliği işitebilsin ve bilgi alabilsin diye vardı. Hiç tanımadığım bir kadın sabahın erkeninde titreyerek beni aradığında, o telefonu kapatamadığım için, belki de. Belki de, içimin bir yanı ruhun yolunu, üçüncü siniri hep bildiğinden. Dinleyen oldum, el veren, şifayı alıp iletmeyi kabul eden, en sonunda ise sadece tanık olan. Haddini bilerek, haddinde kalmayı kendine zorlayarak. Kitaplarda bazı şeyleri okumak ya da spiritüel filmlerde izlemek neyse de, gerçekte yaşamak sandığımız kadar hazırlıklı olduğumuz bir şey değil. Kaldı ki, bir gökyüzü değil öyle hemen mevzu bahis. Minicik bir ışık belki. Jung anlatmaya çalıştığım dünyaya, ortak bilinçdışı demiş. Ki bilirsiniz Jung, bu yoldakilerin yoluna en büyük ışığı tutandır, hem inanç hem de bilim kimliği ile. Clarissa ise KKK’de nehrin altındaki nehir ya da siz adına ne derseniz deyin demiş ve en sevdiğim cümleleri işte böyle yerleştirmiş. “Her kadının bu Rio Abajo Rio’ya (nehrin altındaki nehre) girme potansiyeli vardır. Oraya derin meditasyon, dans, yazı, resim, ibadet, şarkı söyleme, davul çalma, etkin imgelem ya da bilincin yoğun bir şekilde değişmesini gerektiren herhangi bir faaliyet aracılığıyla ulaşır. Kadınlar bu dünyalar -arasındaki- dünyaya, özlem duyarak ve gözünün hemen köşesinde seçebileceği bir şeyi arayarak ulaşır. Oraya derin ve yaratıcı işlerle, bilinçli bir yalnızlıkla ve herhangi bir sanatla uğraşarak ulaşır. Bu ustalıkla işlerde bile, bu tarifsiz dünyada olan biten çoğu şey bizim için her daim esrarengiz olarak kalır, çünkü o bizim bildiğimiz fizik yasaları ve mantık kurallarını tanımaz.” Desem ki sana, belki tüm yaşamımız, o nehre girebilmek içindir. Karşımıza çıkan tüm deneyimler, tüm hikayeler işitsel sinirimizi geçip yeryüzünde rehberlik alabilmemiz içindir. Ama önce, çölümüz bizi bekliyor kadınlar. Denirmiş ki, çöl kadınlarla kurtların ruhunun karşılaştığı ve birbirine karıştığı bir yermiş. İşte o çölde asla yok olmayacak kemiklerimizi toplamalı. Her parçamız öldüğünde bizden geride kalacak o kemikleri, yok edilemez olanı, üzerine kurulanı. Çünkü; “Hepimiz yola çölde bir yerde kaybolmuş bir kemik yığını, kumun altında yatan dağınık bir iskelet olarak başlarız.” Ve sonra, öyküdeki La Loba gibi o iskeletin üzerine şarkılar söylemeli ve ruhu üflemeli belki de. Sanatın, kulağımızdaki ikinci sinir olduğunu unutmadan. Ve sonra o nehre ulaştığımızda, Dört Haham hikayesindeki ilk üç haham olmaktan sakınmalı ruhlarımızı. Nehrin altındaki nehirde ne ‘çok şaşıran’ ne ‘yok sayan’ ne de ‘mantıkla onu algılamaya çalışan’ olmalı. Onu dönüştüren olabilmek öyküdeki gibi. Şiir gibi, şarkı gibi, heykel gibi, hatta bir örgü gibi… Bir Kurtlarla Koşan Kadın olabilmek için. İlk öykü bana bunları söyledi. Okuduğum andan beri kendi çölümde kemiklerimi topluyorum. Ve kadınları arıyorum tüm ruhumla. Sadece çölün ve nehrin varlığını bilinci ile bilmese de aslında tüm hücreleri ile bilen o varlıkları. Yalnız olmayalım diye. Bense, o nehrin yolunu buldum sanırım. Orada yıkandıkça, üzerine yazılar yazıp elimle sanat yoğuruyorum. La Loba, Kurt Kadın, sizi beyninizin hiç ummadığınız bir yerinden izliyor. Bekliyor… hangi çöldeyseniz, orada. Ve kemikleriniz kumların altından “Beni toplamanın zamanı geldi.” diyor belki de? Haydi öyleyse… * Kurtlarla Koşan Kadınlar- Clarissa P. Estes- Ayrıntı Yayınları 1. Öykü La Loba’dan alıntılardır.

  1. Elvan diyor ki:

    Kitap belki 1 yıldır kitaplığımda giriş bölümünden sonrasını 1 kere okuyup, anlamlandiramayip bırakmıştım. Sonra sen bu yazıyı yazmıştın, okumadan gectigim tek yazındı. Bu sabah ilk hikayeyi tekrar okudum, bolum biter bitmez kendime elvan aradigin bu kitapta, zamanı geldi dedim. Sonra senin yazın aklıma geldi ne yazmıştı acaba diye geldim hemen buraya ve mesajım son paragrafında karşıma cikti: “Ve kemikleriniz kumların altından “Beni toplamanın zamanı geldi.” diyor belki de? Haydi öyleyse…”

    • Yeliz diyor ki:

      Vahşi kadın fısıldamış ruhuna, hadi öyleyse… Her yazıya ilham kaynağı, onlarca kez okunabilecek her birinde ayrı anlamlar sakladığı anlaşılacak sayfalar… Çok mutlu oldum bu karara 🙂

Yeliz için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir