Nasıl Güçlü Bir Ruhsun!

Bu dünyaya doğacak kadar güçlü ve çılgın tüm ruhlara…

3. boyut algısında bir insan olarak, kavrayışımız oldukça sınırlı. Evrenin dahi oldukça küçük bir kısmını gözlemleyip analiz edebilirken, bu küçücük bilgimizle her şeyi bildiğimizi düşünebiliyoruz. 

 

Bir bilim insanı şu cümleleri kurmuştu. “Bizler, her şeyi bileceğimizi varsayarak hayatımızı bilime adarız. Ama dünyadan ayrılacakken, aslında hep en başta olduğumuzu, bir daireyi tamamlayıp bütün algılayışlardan geçip sonunda aslında elde ettiğimiz tüm kazanımlara rağmen hiçbir şey bilmediğimizi kabul ederiz. Yine de bu yolculuk çok anlamlıdır ve başlangıç noktasına farklı bir kişi olarak dönmemize değer.”

 

Her şeyi ama her şeyi bilerek dünyaya geldiğimize inananlardanım. Yeni olan hiçbir şey yok, tüm hayatımız boyunca aslında hiçbir şeyi baştan öğrenmiyoruz. Hayatımızın tamamı, doğarken unuttuklarımızı hatırlamamız için. Hayat bunun için. Ve dış dünyada aradığımız her şey, bir bilgi halinde beynimizin minicik bir yerinde. Ra’nın gözü olan epifiz bezimizde.

 

Öte yandan, hatırlamak hiç de kolay değil. Katman katman. Onu soymak, öze inmek bir bakıma insanın kendisini itinayla soyması, tüm zırhlarından, kalkanlardan arındırması, çer çöpten tüm benliğini temizlemesi demek. Sadece bunlar değil üstelik, bedenini de sağlam tutması, ona zarar verecek gıdalarla beslenmemesi demek.

 

Kabul edelim, yaşadığımız çağı ve bize sunulanları (!) düşündükçe, basit bir şeyden bahsetmediğim ortada.

 

Gıdalar konusu başka bir yazıya kalsın, ki sanırım o konuda da yazmam için hayat bana bir yardım gönderdi, hassasiyet adı altında. Ama, öze inmemiz, kendimizi katman katman soymamız nasıl mümkün sizce?

 

Hayatımın altı yılını, iş görüşmeleri yaparak geçirdim. Binin üzerinde insanla iş görüşmesi yaptım. Aslında aday için sevimsiz sayılabilecek bu süreci bilirsiniz. İş görüşmesini yapan kişi içinse, tüm izlenimin oluşması genellikle ilk beş saniyedir, bu beş saniye anlamsızdır, sonrasında anlamlı konuşmalar, köşeye sıkıştıran sorular ve cevaplar olur, ama bu beş saniye çoğunlukla sonucu etkiler.

 

Hayatımın bir döneminde, bu beş saniyelik ilk intibahlarda oldukça iyi olduğumu ve bunun çok önemli olduğunu düşündüm. Buna şaşmamak gerek, sistem böyle işler. Hala bunun kötü bir şey olmadığını biliyorum. İşin farklı bir boyutunda, siz o şirkette çalışıyorsanız bir sistemin içindesiniz demektir. Bu aynı zamanda o zaman içinde, sizin enerjinizin sistemin enerjisi ile uyumlu olduğu anlamına da gelir. Dolayısı ile, ilk algılanan yoğunluk, sizde bir karşılık sağlar. Ama neticesinde, sadece bir karşılıktır. Söz konusu olan insan ise, en basit anlamıyla bir karmaşıklıktır. Bütün hayatını ciddiyetle inşa ettikten sonra, bebekleşip dünyadan ayrılabilen bir karmaşıklık (ya da basitlik), yanında kazandığı hiçbir şeyi götürememesi de cabası. Üstelik, oyuna aynı rolde giriş hakkı da yok. Şanslısın, hadi bir bilet daha verildi, sıra sana geldi, gir oyuna ama tüm oyuncular değişti, tüm oyuncaklarını yeniden kazan ve yeniden terk et… En komik tanımıyla da bu.

 

Bir ağaç gördüğümüzde, onun köklerini bilmeyiz. Toprağın kaç metre altına uzanıyor, cılız mı güçlü mü, kaç metre uzunluğunda, toprağını sevdi mi, toprağı nasıl… bilemeyiz. Ama o bazen, uzanır bir noktadan betonu kırar, kökünü çıkarır. İşte o zaman, “İşte bu ağacın bir kökü var!” noktasına geliriz. Bence, insanlarla ilgili en büyük sıkıntı birbirimizi meyvelerimizle yargılamamız. Köklerinin, toprağın, iklimin, hatta suyun dahi o meyve üstündeki gücünü unutmamız. Ağacı ağaç olarak görmek yerine yargılarımızla tanımlamamız… Kimi zaman ilk beş saniyede, kimi zamansa ömrümüz boyunca her halini bildiğimiz kişilerin hayattaki rollerinde.

 

Bu yazımı, değişik bir duyguyla yazıyorum. İyi ki bir bloğum var ve bunu yazabiliyorum.

 

Dün birisiyle tanıştım. İçimin güvende olmak için insanları analiz etmek ve varsayımlarla kendini güvende tutmak isteyen kısmı, etiket koymam için beni dürttü ama artık bu konuda fena sayılmadığımdan, bunu seçmiyorum, kusura bakma dedim ona. Kendimi en yüksek kapasite olan sıfır noktasına, yargısızlığa sabitlemeye niyet ettim. Sonra, o kişinin hikayesini dinledim. Bir süre sonra her cümlesi, kalbimde bir parçaya çivi çakıyor gibiydi. O noktalardan ruhumun daha fazla hava alacağını bildiğimden, kendi hassasiyetime de saygı gösterdim. O cümlelerini bitirirken, “İnsanın olumsuzlukları paylaşması acısını azaltmaz, aksine artırır. Çünkü karşı taraf ona acımaya başlamıştır.” dedi. “…Allahım sen koru!, çok şükür başıma onun yaşadığı da gelebilirdi, ya bu benim başıma gelseydi, yazık, ona çok üzüldüm, ona çok acıdım, kendi halime şükrettim…” realitesinde söylediklerinde doğruluk payı olduğunu biliyorum. Güçlü bir insan için, kurban psikolojisinden prim yapmak istemeyen bir insan için yaşadığı deneyimlerin zorluğuna insanların ah vah eden tavırları, ona gerçekten de yardımcı olamaz. Nitekim, bugüne kadar hikayesini bilenler de bilmeyenler kadar eleştirdiyse yine de insanı…

 

Peki, hepimizin iç dünyasında taşıdığı bunca travması, acısı olduğu halde biz nasıl iyileşeceğiz? İnsan insanın zehrini alıyorsa, bizi ne kurtaracak, biz nasıl katman katman soyunacağız sizce? Birbirimize anlayış göstermemiz için, illa tüm yaralarımızı sergilememiz, her acımızı, her travmamızı anlatmamız gerek mi karşımızdakine? Anca o zaman mı anlarız birbirimizi? Yoksa, o zaman bile, karşımızdaki bin bir tereddüt ile soyunurken vereceğimiz aklı mı düşünürüz “Ben senin yerinde olsaydım…” “Bak sen beni dinle, … yap.” diye. Sahi, haddimizi ne zaman bileceğiz ve bunu bize neden öğretmediler!

 

Ruhsal alemde bir pasta olduğunu düşünün. Onda acılar var, deneyimler, dünya aklı ile hiçbir ruhun gönüllü olmayacağı sınavlar. Ancak, o alemin bakış açısıyla, bunlar tekamül için kaçırılmayacak fırsatlar. Ve biz doğmadan, kendi tekamülümüz için en uygun olan dilimi seçiyoruz. Bazen bu pastanın neredeyse tamamını almak dahi olsa! O ruh için ne muhteşem! Ama doğduğumuzda, insan aklı ile bunu kabullenmek mümkün olmadığından isyan ediyoruz, tüm ruhumuzla yanımızda getirdiğimiz deneyime. Ve dışarıdan bakanlar, sadece deneyimin zorluğunu görüp yargılayanlar. Ama bir de içten bakmak var. Mümkün olduğunca o dilimi anlamak ve ruhun gücüne, iradesine hayran olmak.

 

“Nasıl güçlü bir ruhsun!” diyebildim dün önce ona sonra içimden kendime ve yanımdakilere. Hikayesini bildiklerime ve bilmeme gerek dahi duymadıklarıma… Şimdi de, bu cümleyi kendime ve ihtiyacı olan herkese söylüyorum. Sınavlarınızı düşünün, şu anda uykunuzu kaçıran her ne kadar sorununuz varsa onların hepsini. Bunları seçtiğinizi çünkü bunları aşacak kadar güçlü olduğunuzu… Başarısız olduğunuz anlarda dahi bu sınavları kimse sizden iyi başaramazdı. Onlar karşınızda, çünkü hepsi size belki de dünya realitesinde anlamakta çok zorlanacağınız birer hediye veriyor.

 

Ve ne olur bu gece kendinize sarılın. Bu dersleri seçecek ve tekamül edecek kadar nasıl güçlü olabildiniz!

 

***

 

Yerdeniz serisinin 3. kitabı En Uzak Sahil’de iyi kalpli ve dünyanın en güçlü büyücüsü Ged’in, dünyanın en karanlık gücü ile çarpışmaya giderken söylediklerini bonus olarak bıraktım bu yazıya.

“Evlat, bana kimse yardım edemez, çünkü nihayet dengimi bulabildim!”

    • Yeliz diyor ki:

      Bu kaçan uykuların bir anlamı olmalı, diyorum Vega’nın şarkısındaki gibi 🙂 Çok teşekkür ederim Sinem’cim, iyi ki varız ve eşzamanlılıkla ilerliyoruz bu gezegende 🙂 <3

    • Yeliz diyor ki:

      Eşzamanlılık, belki de aynı anda bu hislerde olan birçok insanın sandığımızdan da çok ortak özelliği vardır 🙂
      Yorumunuz için ben teşekkür ederim. Sevgiler…

    • Yeliz diyor ki:

      Bunu hak ediyorsun, bunu hak ediyoruz. 🙂
      Yaptığın işleri düşün, öğrendiklerini… Sonra çevrene bak. Kim bu kadar bilginin içine girebilecek kadar güçlüydü?

  1. seda gönülalan diyor ki:

    Bu güzel yazıyı nasıl kaçırmışım. Ne kadar güzel ifade etmişsin özellikle ruhların yolculuğunu okuduğum sırada..??‍♀️

    • Yeliz diyor ki:

      Bugün Michael Newton’ın bir kitabını daha elime aldım. Bu adam eninde sonunda en büyük iyi kilerimden biri oluyor benim. Öyle açım ki Seda, ne anlatacak, bilmediğim ne okuyacağım diye… Sanırım en büyük katkıyı sağlayanlardan biri o bu yazılara.
      Çok teşekkür ederim tatlım.
      Sevgiler…

  2. Meryem diyor ki:

    Sabahın 6’sında zınk diye uyanan bedenimle telefonumu elime aldım, sosyal medyayı hiç çekmedi canım.. Yeliz’i okumalıyım dedim birden.. 4. okumamın sonunda yine aynı şeyleri hissettirdin bana.. Cümlelerin kalbimi sarıyor Yeliz, gerçekten böyle oluyor. Nasıl güzel yazıyor ve nasıl beni benden alıyor diyorum ve daha sık burda olamadığım için hayıflanıyorum resmen kendime.. Ve şimdi tam da bu yazıda gözyaşlarım süzüldü yanaklarımdan.. Gücüme güç kattın sanki.. Ellerini sırtımda hissettim, beni iterken.. Tek cümleyle bitireyim.. İyi ki varsın ve iyi ki yazıyorsun..????????

    • Yeliz diyor ki:

      Meryem, artık pek umutsuz anım olmuyor ama olursa da senin yazılarının çıktısı alınıp uçak yolculuklarında kitap gibi okunuyor kızım kendine gel diyerek kendimi hizalıyorum sayende 🙂
      Birbirimize görünmez ama büyük katkılarız, tamam nadiren görünen diyelim 🙂 Ayrıca, eğitim için beni itekleyen sendin, unutmam, unutamam minnetimi 🙂
      Seni seviyorum, tüm içtenliğin için çok ama çok teşekkür ederim güzel kadın.
      İyi ki…

Yeliz için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir