Kendime Ait Bir Oda

“Para kazanın, kendinize ait ayrı bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın, erkekler ne der diye düşünmeden yazın.” Okuduğunuz sözler, kült bir kitap olan Kendine Ait Bir Oda’nın yazarı ve bilinç akışı tekniğinin öncülerinden Virginia Woolf’e ait. Bilinç akışı, normalde okunması zor bir teknik olsa da, Woolf’ün bu kitabı onun en rahat okunan hali ve her kadın tarafından keşke okunası… Ondan bahsetmeden, minicik bir girizgah. Konuşacak çok konumuz var seninle. Bu sene yeterli zaman olacak dilerim. İnan heybem doldukça doluyor, boşaltacak zaman için kendime ait bir odanın sınırlarını kendimden bile koruyorum, emin olabilirsin. Yepyeni şeyler öğreniyorum. Bilincim genişliyor genişliyor da, sonra diyorum, ne kadar sığ aslında. Ne kadar cahilim, ne kadar budalayım. Öğrendiğim her yeni şey, ne kadar az bildiğimi, bildiğimizi ve kendimizi aslında ne çok şey sandığımızı keşfetmeme yarıyor. Bu acılı bir süreç. Sloganım Steve Jobs’ın sözleri, “Stay hungry, stay foolish” Aç ve budala kalmayı tercih ediyorum, uğruna bazen sabah dörde dek not tutup ders çalışsam da… Bu yıl bazı konularda çokça yazmak istiyorum. Köklenmek ilk içimden gelendi, köklenmeye dair yazılar; kadın olmaya, kurtlarla koşan bir kadın olmaya dair yazılar, ruha dair yazılar, ağlarken gözünü silecek, düşmüşken seni yıldızlara çıkaracak, ruhu tanımaya dair yazılar, ruhuna sadakat bak kendimi zor tuttuğum yazmakta… Yaratımların gücü mesela. Ruh eşleri ve ikiz alevler. Ve astroloji. Ki bilsen nasıl derya deniz, nasıl susuz ve nasıl iştahlıyım karşısında. Theta healing’i buraya eklememe gerek var mı, tırtılın muhteşem yolculuğundaki en önemli araç o aslında… Ben bir beş-yedi yıldır, bazen dünyamda artık şu Almanlar Londra’yı bombaladığında, yıkıntıların üstünde çay içen o kadının keyfiyim aslında ama sıkı sıkı tutunanlar eski hayatlarına, onlar da aramıza katılacaklar. Tatlım, işte bu dünya böyle bir deneyim yeri, çılgın bir mesire alanı, öyle kendince psikopat, deli, mavi bir gezegen işte aslında. Ben Büyücü’nün sözlerini hiç unutmadım, gel sen de. Birlikte bu sene güzel bir çay içeriz yeniden yeniden yenidene bakıp, şanslısın eski pastacıyım güzel kekler de yapabiliyorum hala… “Komşularımın hepsi barbar olsa da ve sen, binlerce mil uzakta olsan da, masamın üzerinde her zaman iki fincan durur.” Şimdi dönelim mi Virginia Woolf’e? Çok önce okudum Kendine Ait Bir Odası’nı ve bitirir bitirmez, bir gün bir kızım olursa, ona ergenliğe girdiği gün bu kitabı vereceğim, dedim. Woolf bize der ki, kadınlar yazarlar için en önemli esin kaynağıdır, onlar için tonlarca kitap yazılır, romanlarda en güzel cümleler onların ağzından dökülür. Ama o cümleleri erkekler yazar. Çünkü, kadınlar mutfakta işkembe doğramaktadır! Bu nedenle dahi olan Shakespeare’dir, kız kardeşi değil. Şüphesiz, farklı bir yüzyılda yaşıyor olsak da, dünyanın bir yerlerinde kadına verilen değer hala böyle. Çünkü, biz hala böyleyiz. İçimizin bir yerinde, minik de olsa bir parçamız bize şunu diyor: “Şimdi evlenmelisin. Şimdi çocuk doğurmalısın. Şimdi evin kredisi için eşine destek olmalısın. Şimdi dişiliğini bırakmalı, şimdi menopoza girmeli, şimdi hastalanıp ölmelisin.” “Kitap mı okumak istiyorsun, önce kayınvalideni aramalı, evin işini bitirmeli, ardından yemek ve ütü yapmalısın. Bitince okursun.” Bu örnekler domestik mi oldu? Hadi metropole uzanalım. “Eskiden nasıl güzel yazılar yazardım, ama şimdi eve girdiğim an uyuyorum. Uzun mesai saatleri, arkadaşlarla drinkler, yoga, pilates… Yazmaya da okumaya da hiç vaktim yok ama yeni bir kurs çıkmış iki günde hayatın anlamını bulabiliyormuşsun, Amerika’dan bilmem kim gelecek, ona katılacağım.” Hiçbir zaman vakit yok, işte bu yüzyıldan bağımsız bir şey. Bizi öldüren bir şey. Özümüzden uzaklaştıran. Ruhumuzu bizden ayıran. Ama yazmaya ne gerek var ki, mutluluk satın almak varken, mutluluğu ve anlamı neden üretelim? Oysaki, mutluluğu asla satın alamayacağımızı, onu sadece yaratabileceğimizi, üretebileceğimizi, kaynağın sadece özümüz olduğunu anladığımızda sistemler zaten çökecek. Bundan izin verilmemesi hep. Diyor ki Woolf,  “Her şeyden önce 19. yüzyıl başlarına değin, bir kadının, annesi ve babası olağanüstü zengin ya da çok soylu olmadıkça, sessiz ya da ses geçirmeyen bir odası olması bir yana, yalnızca kendine ait bir odaya sahip olması bile olanaksızdı…. Bu gibi maddi güçlükleri aşmak olanaksızdı; ama daha kötüsü, maddi olmayanlardı. Dünya erkeğe dediği gibi kadına da istersen yaz, beni hiç ilgilendirmiyor demiyordu. Dünya kaba bir kahkahayla, yazmak mı diyordu, yazmak senin neyine?” Dünya da, erkekler de, hatta kendi kendinin kurdu olan kadınlar da… açıkçası hiç umrumda değil. Yazılar yazmaya geldim, ruhun çığlığı olan yazılar, evreni anlamaya çalışan yazılar, Tanrı’ya yakın yazılar, mucizeleri anlatan… Yolun yazıları, çünkü anladı sonunda varış diye bir şey yok. Yol var, olan var, oluş var, deneyim var. Daha çok sözüm var Woolf’e ve yazıya dair. Şimdilik burada dursun. Kendime ait bir odam var, dünyanın neresine gidersem gideyim, o oda zihnimde. Sözgelimi, 100 kişilik bir ortamda, tüm sesleri susturup, tüm iğneleyici bakışları geride bırakıp “Pardon, yazım geldi” diyerek kenara çekilebildiğim. Evde açılmamış 15 koli varken ve tüm işler dururken, bugün sadece yazdım diyebildiğim. İçimdeki meleği öldürdüm. Dün fark ettim. Öykü Atölyesi’ndeydim ve Virginia Woolf’ün kulakları çınladı orada, bana da esin oldu bu yazım için. İçinizdeki meleği öldürün demişti Woolf, bu ölüm çok zor ve çok uzun ve tam öldü derken hortlayan bir şey aslında. Çıkışta kendime sarıldım. Bunca yıl, onu hiç yaşatmadığım için. Ve dedim, beni okuyanlar ve kendinden bir şey bulanlar ama adım atamayanlar bilmeli. Meleği öldürün ve hoş gelin. Sonraki yazılarda ve kendimize ait odalarımızla, kendimize ait bir dünyada yeniden görüşelim. Sevgiyle… Bonus: Çok sevdiğim bir şarkının sonundaki şiir, kadınlar diyerek yazdım, ama cinsiyet ötesinden bakmalı belki de artık yazmak ve ruhun çığlığını duymak konusuna, cinsiyetlerin de ötesindeki canım insan, sana… “Apoletlerini yırt, kavminden kaç! Durma, çık evlerden Metal kulelerinden, bodrum katlardan, kubbeli sığınaklarından, tel örgülü kışlalarından çık. Kır beyaz camı, duy ağacın şarkısını, gör altını dağın, var ardına. Emir ver hemen; kaldırın bütün taşları yollardan Dünya hemzemin olsun. Sök kalbini, yedisinde dola çarkın kollarına Sonra bağırsınlar etrafında; sola çark! Oysa yok, yok hiçbir şey artık orda Oysa ruhun meftun Oysa uçmaya yanmıştı kanatların Oysa talibiz, mecburuz bu alemin sırrına! Üstad! Biz çiçek yetiştiriyoruz ağzımızda. Açalım da gör! Açalım da gör!”

  1. Ayselytatlı diyor ki:

    Birbirine bağlı cümlelerin arasında bağlantı kurmaya çalıırken.. “Bu yazıdan ne anlamam lazım” diye cebelleşir duruken.. “Hah işte” ben de kendim için, köklerim için dönüşmeliyim harekete geçmeliyim derken.. Sanki deri değiştiren bukelamun gibi ya da sanki omuzlarımda çıkacak kanatların öncesindeki kaşıntı gibi.. Ne o peki? Nerdeyim ve ne yapmalıyım nereden başlamalıyım?..

  2. müge diyor ki:

    merhaba yeliz ablacım theta healing seans veriyor musunuz? izmitte ikamet ediyorum basic eğitimi düzenlene bilir mi? önümüzdeki aylarda istanbulda eğitim le ilgili bilgi paylaşımı yaparsanız sevinirim bu arada yazılarınız harika ablacım

    • Yeliz diyor ki:

      2 gün sonra İzmir’e basic dna semineri için geliyorum 🙂 Mail adresimden ulaşırsan sana detaylı bilgiyi hemen ileteyim 🙂
      Yazılarımı severek okuduğunu bilmek beni çok mutlu etti. Dilerim hep severek okursun.
      Sevgilerimle…

Ayselytatlı için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir