Geçmişin Hayaletleri

 
Son zamanlarda, çevremdekiler tarafından gelen sorularda sıklıkla geçen bir konu oldu geçmişin hayaletleri. Durun, hemen korkmayın! Gerçek hayaletlerden bahsetmiyorum. (Ama bir gün onlara da sıra gelecek 🙂 ) İçinizde, içinizin karanlık odasında sizi bekleyenlerden daha çok… Bazen hepimizin, bir hayaletli ev olduğumuzu düşünüyorum. Hepimizin, gizli, karanlık, küflü odaları ve tehlikeli dehlizleri var. Aydınlık, ferah, yüksek, manzarası harika diğer odaları ve geçitleri olduğu gibi. İkisi de insanın doğası, yin ve yang gibi. Bütünleyen, tamamlayan, var eden ikilik. Bazı insanlar tam da bu nedenle, böyle iyiyim, fazla kurcalamamak lazım diyerek çıktığını sanıyor işin içinden. Hatta, diğerlerinin sorunlarına çekiliyorlar ki kendi karanlık odalarını bilmesinler diye. Gündeliğin sıradan doğası, tam da onların ilacı. Ama bir grup var ki, evinin hayaletlerle dolu olduğunu biliyor ve bu durumu değiştirmek istiyor. Bazen birkaçı ile göz göze geliyor deneyimlerle. Onları ya yok ediyor ya da öğrenilmiş bir çaresizlikle ondan hayatı boyunca kurtulamayacağını sanarak hayatına devam ediyor. Korkuyla, eksikliklerle, komplekslerle ve kısıtlayıcı inanışlarla belki. Olduğundan daha azını göğüsleyerek, hak ederek. Müthiş bir potansiyelle doğduğunu hiçe sayarcasına… Evimizin hayaletlerinin olduğu o karanlık, küflü ve kasvetli odasına bilinçaltı deniyor. Astrolojik haritalarda ise, 12. ev diye geçiyor onun adı ve insan bu karanlık evini ne denli iyi bilirse, o kadar aydınlanabiliyor belki hayatta. Sorun, mükemmel bir araç oluyor ve size çıkışı sunuyor. Ama ne çıkış! Belki tam 180 derecelik bir dönüşüm. Bunları neden anlatıyorum? Albert Einstein’ın çok sevdiğim sözü var.
Hayatı yaşamanın iki yolu vardır: Biri hiçbir şeyin mucize olmadığını düşünmek, diğeri her şeyin mucize olduğunu düşünmek.”
Hayatın bir mucize olduğunu düşünüyorsanız, karşınıza çıkan her olaya, her kişiye, kulağınıza çalınan her söze bir sembol, işaret olarak bakarsınız. Bu işaretler, sizi bir noktadan diğerine taşıyabileceği gibi, karanlık odanızı aydınlatmak ve orada ışığa biraz da olsa yer açmak için harikadır. Üstelik, bunun ruhsal bir yetenek içermediği de ortada. Örneğin, aklınızda bin bir soru işareti varken, babasının elini tutmuş dondurma yiyen bir minik görürsünüz ve sanki ifade edemeyeceğiniz bir şey olur. Anlatılamayacak, büyük bir aydınlık oluşur o odada ve birden soru işaretleriniz aralanır. Bazen, bu sembol karşınıza bir film repliğinde, bazense bir kitapta çıkar. Bazen sadece sayılarda, aynı sayı onlarca kez tekrar eder. Görebilen için mesaj bellidir ve üç boyutun ötesinden gelmektedir. Hatta kitaplarını çok sevdiğim Dr. Michael Newton’un örneğidir, ilk verdiğim örnek. Sonra deneklerinden öğrendiğini özetler. Dünyaya, bilgisiz, unutulmuş, bırakılmış bir şekilde gönderilmedik. Aksine, birçok sembol iliştirdik kendimize. Bir içgörü ile bunlar hayat oyununda karşıma çıktığında, kesinlikle hatırlayacağım dedik. Ama gelin görün ki, bu her zaman kolay olmadı. Ancak, bazı hatırlatıcılar var ki, örneğin ne zaman ana yoldan çıkacak olsak, bir bakış, bir söz, bazen bir kaza, bazen işsizlik, talihsizlik diye nitelendirdiğimiz bir durum, bazen bir kayıp ya da hastalık bizi merkezimize çekti. İçimizde, her köşe başını tutmuş bu hayaletlerin ne denli farkında olup onları dönüştürebilirsek, hayatta o denli tekamül edeceğiz ve hakkını vereceğiz bence. Çünkü, hayatta karşımıza çıkan her olay, her insan, her problem, her acı aslında bizim. Biziz onda bir parçasını iyileşmek için hayatına davet eden. Bir günlüğüne, sadece bir günlüğüne belki size çok yabancı gelen bu bakış açısını satın alsanız hayatınızda neler değişirdi? Kendi hayatınızın sembollerini nasıl okurdunuz? Ben neden kıskanç bir sevgiliyim dediğinizde, karşınıza sizin canınızı yakan ilk sevgilinizin ismi gelseydi mesela bir konuşmada, parkta, kitapta… Aşkı, sevgiyi onda öğrendiğiniz için kıskanmayı, kıskanılmayı sevmek, ilişki kurmak sandığınızı anlasaydınız… Ya da başka bir ilişkiye yelken açıp sizi terk eden birini hatırlatsaydı bir arkadaşınızın deneyimi ya da bir rüyanız. Ne giyerseniz giyin, kaç beden olursanız olun, kendinizi beğenememenizin, saçınızın rengiyle uğraşıp durmanızın nedenini anlamış olsaydınız. Ya da daha kötüsü, bindiğiniz takside sizi aldatacağını düşündüğünüz sürücüye bile neden güvenemediğinizin… Parkta, çocuğu yaramazlık yaptığında onu azarlayan bir ebeveyn gördüğünüzde, ben bunu neden gördüm diye kendinize sorsanız. Belki, ne zaman canınız yansa yutkunamamanız, siz aynı durumda bir çocukken o ifade edememişlikten… Hala anneniz mi azarlıyor sizi o karanlık odada? Yoksa babanız veya ilkokul öğretmeniniz mi azıcık yaramazlık yapıp sizden beklenilenlerin dışına çıktığınızda? Kendinizi kalabalıklardan izole etmenizin, keyifli, doyurucu arkadaşlıklar yaşayamama nedeninizin kökeninde bir çocukluk travması olduğunu bilseniz, en az sizin kadar çocuk olan bir başkası tarafından yaratılan ve hayaletini karanlık odanıza bırakan… Neden bu işimde de bu denli düşük bir ücrete çalışıyorum diye sorduğunuzda, kendinizi bir pazar esnafıyla domatese elli kuruş indirim yapmadığı için tartışırken bulsanız… Bilseniz ki, veremiyorsunuz alabilmek için… İşte bu enteresan bakış açısını bir günlüğüne inceleseniz…
  • Dünya sizce nasıl olurdu?
  • Öyle bir dünyada yaşamak insana kendini nasıl hissettirirdi?
  • Siz nasıl hissederdiniz? Daha emin bakışlarınız, daha net bir gülümsemeniz mi olurdu?
  • Yaşadığınız olaylar, insanlar nasıl olurdu?
Ne dersiniz, hayaletlerinizi keşfetmeye var mısınız?

  1. Neslihan diyor ki:

    Canım benim, bu yorumu son yazını okumadan önce yapıyorum. Az önce tırtıl istilasını gözlerimden uçuşan kalpler çıkarak okudum, çok sevdim çok… Yorum yazmak istedim ve ne yazacağımı da bilemedim 🙂 ama sayfadan çıkmak istemedim. Sayfa açık, elim mouse ta mouse sağ köşedeki x’in üzerinde.. Çıkmak istedim ama çıkamadım, bekledim ve bir bildirim geldi 🙂 Demekki bu yazını beklemişim 🙂 bakalım neler yazmışsın, neyi beklemişim… Her zamanki içten dileğimle bol bol yaz canım Yeliz…

  2. Sinem diyor ki:

    Varım efenim varım! Hepsini çözücem inançlıyım 🙂 yine harika bir yazı olmuş. Yazıda sıkça kendimi bulduğum itirafını yapıp bir de eklemeliyim ki çalışma yaptığımız günden bu yana en sakin, en rahat, en vurdumduymaz olduğum gün bugün oldu. Sen beni anladın. Nedendir bilmem 🙂 içime bir huzur geldi oturdu.

    • Yeliz diyor ki:

      Seni de o huzuru da öyle iyi biliyorum ki! İlk başıma geldiğinde, sanki kollarımdan tonlarca ağırlık gitmişti. Kuşlar gibi salınmak, kanat çırpmak ve dans etmek istiyordu adeta <3 Hep daim olsun, hep ileri olsun adımlarımız.
      Çok ama çok sevindim Sinem'cim <3

  3. seda gönülalan diyor ki:

    Bazı yazıları ya işitirsiniz yada sadece okur geçersiniz.. Bir rehber niteliğinde yazılmış bu yazıyı herkesin işitebilmesini temenni ediyorum. Eline, yüreğine, ruhuna sağlık Yelizim ? Thetahealing yazı dizisi için giriş gibi geldi bana alıştıra alıştıra derinlere götüreceksin bizi…. ??‍♀️??

    • Yeliz diyor ki:

      O kadar güzel ifade etmişsin ki! Gerçekten de öyle Seda’cım, Kurtlarla Koşan Kadınlar’da Clarissa P. Estes’in öyle güzel bir tanımı var ki dinleme ile ilgili. Dediğine göre işitme sinirinden ruha giden bir dinleme türü varmış. Beni o kulağınızla işitin demişti. Sanırım, ruha giden kulak bizlerde aktif, şükürler olsun 🙂
      Ve tespitin doğru 🙂 Bitirirken ama bu theta healinge giriş yazısı oldu, diyerek bitirdim içimden. Çünkü başlarken hakikaten aklımda değildi 🙂 Yorumun için çok teşekkür ederim canım <3

  4. elvan diyor ki:

    her yazını aynı merak ve heyecanla okumak, acaba bunun sonunda neler öğreneceğim diye düşünmek işte en keyiflisi bu bence 🙂 mucizeler hep etrafımızda sadece görmeyi bilmiyoruz, bazen bunları görebilmek için bir yol göstericiye ihitiyaç duyuyoruz sanırım ve benim kılavuzum sen oldun her yazında kendimden bir şeyler buluyorum, yeni bir şeyler öğreniyorum…ve küçük bir dipnot, kitap kurtların sayesinde seni takip etmeye başlamıştım, bence onları da birer tırtıl olarak görebiliriz, tırtıl istilası her yerde 🙂

    • Yeliz diyor ki:

      Her şeyi o kurtçuklar başlattı gerçekten de 🙂 Çok teşekkür ederim. Fayda sağladığını tahmin ediyorum yazılarımın ama yorum gelmedikçe ikna olmuyorum bazen 🙂
      Ne mutlu bana…
      Dilerim hep ışık olmaya devam eder yazılar. Ben de ancak öyle aydınlanıyorum açıkçası…
      Sevgiler ve çok teşekkürler Elvan <3 🙂

  5. aysel diyor ki:

    Evet evet evet. Varım.. Tertemiz bir suda süzülen yelken gibi.. Tüm koylarımı keşfetmeye varım.. Uzun yazıları okumaya daraldığım bu günlerde.. Dün okumaya başladığı bloğunu bugün yarıya kadar okumuş olarak ben deniz.. Notlar alarak okuyorum her birini.. Sevgiyle..

Neslihan için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir